13 Nisan 2010 Salı

24.2.15 DÜKKAN DEĞİL, EVDİ

O yıllarda kadın berberi (kuaför) çok azdı Bodrum’da.

En tanınmış olanı Yat Limanı tarafındaki Berber Ayten’di.

Bodrum’a ilk geldiğimde Berber Ayten’e çok gittim. Ama bir gün, belki kendince haklı bir nedenle, çünkü dükkanını temizliyordu, beni kabul etmedi.

Bir yere davetliydim. Saçlarımın hemen yapılması lazımdı.

Üzgün, hatta biraz kızgın eve dönerken Cumhuriyet Caddesi üzerinde bir berber olduğunu hatırladım. Balıkçı Oteli’nin tam karşısındaydı.

Dükkan değil, evdi. Gelip geçerken görüyordum.

Bahçe kapısının tokmağını vurdum. Saniye Demirkıran kapıyı açtı.

Saçlarımı yaptırmak istediğimi söyledim.

Hemen kabul etti.

Çok sevindim.

O günden sonra Saniye Demirkıran berberim oldu.

***
Öylesine ilkeldi ki koşullar.

Örneğin kışın ön avludaki lavaboda soğuk su ile yıkanırdı saçlarım.

Buna rağmen giderdim.

Çünkü hangi saatte gitsem ve Saniye hanım hangi koşullarda olursa olsun beni geri çevirmezdi.

Hatta bir keresinde eşi Mehmet Demirkıran koşarak eve gelmiş. Çok acelesi varmış. Hemen yemek yemesi lazımmış. Karısına, “Olcay hanım bile gelse beklemem” demiş.

Çok hoşuma gitmişti.

***
Saniye hanımın oğlu Halil İbrahim (İbo) o tarihlerde daha delikanlı bile değildi.

Saniye hanım benim saçıma şekil verirken Halil İbrahim de fönü tutardı.

Ve şurdan - burdan tatlı tatlı konuşurduk.

Ona her seferinde bahşiş verirdim.

Annesi istemezdi ama onun hoşuna giderdi.

***
Evim yeni bitmişti. Henüz taşınmıştım.

Bir gün geçerken uğramıştı.

Evi gezdi.

Pek beğendi.

Oturmaya geleceğini söyledi.

***
Eve gidince annesine, “Olcay hanımın mutfağında o kadar güzel bakırlar var ki öyle her bakır ona götürülmez, çeyizinden şöyle güzel bir bakır ver, götüreyim” demiş.

Kadıncağız ne yapsın, evlat hatırına, kabul etmiş.

Kapaklı bakır bir çorbalık seçmiş, “al götür” demiş.

Tabii üzüldüm.

Üzüldüm ama, “ben bunu kabul edemem.” diyemedim.

***
Kapaklı bakır çorbalığı hiç kullanmadım. Mutfakta yüksekçe bir yere koydum.

Senelerce seyrettim.

Sonra bir gün sardım sarmaladım Saniye hanıma gittim. “Ben artık yaşlandım. Bana verilen değerli şeyleri sahiplerine geri veriyorum. Çeyizinin bir parçası olan bu bakırı da sana getirdim” dedim.

“Hiç öyle şey olur mu” dedi.

Ben de ilk kez böyle bir şey yapmadığımı bir arkadaşımın eski eser sevdiğim ve mal kıymeti bildiğim için bana hediye ettiği anneannesinin porselenden yapılmış gelin odası şamdanını yakın bir tarihte kendisine geri verdiğimi ve özellikle eşinin bu davranışımı takdirle karşıladığını söyledim.

O günlerde de Halil İbrahim’in oğlu olmuş.

“Yeni doğan bebeğe benim hediyem olsun” dedim.

“O zaman olur” dedi

***
Halil İbrahim 21 Nisan 2008 günü öldü.

Hiç aklıma gelir miydi onun benden önce öleceği…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder