3 Haziran 2010 Perşembe

19.6 TUHAFLIK BUNUN NERESİNDE?

Annem, CHP Demirtepe Ocağı Yönetim Kurulu Üyesiydi. Belki de yedek üye. 1943 - 1950 arası parti için çalıştı.

Demirtepe Ocağı, Ankara'da Kızılay'da, şimdiki Yeni Karamürsel Mağazası'nın olduğu yerde, bahçe içinde, iki katlı güzel bir binaydı. Cumartesi sabahları herkese açık toplantılar yapılırdı. Annem parti işleriyle uğraşırken ben bu toplantılara katılırdım.

Herhalde Lise 1'e gidiyordum. Genelde üniversite öğrencileri gelirdi bu toplantılara. Çok güzel konuşmalar yapılırdı. Her hafta başka bir konu tartışılırdı.

O toplantıları Nusret Uzgören yönetirdi. Nusret bey Halk Bankası Genel Müdürüydü.

Masada üniversiteli bir genç otururdu. Soruları o sorardı. İsteyen söz alır, fikrini söylerdi. Toplantının sonunda, o masada oturan genç, konuşulanları özetlerdi. Nusret Uzgören ise ayakta dolaşır, konuşmacılar arasındaki dengeyi sağlardı. Gerektiğinde müdahale eder, aydınlatıcı ve yatıştırıcı bir davranış sergilerdi.

Ne yazık ki masada oturan o gencin adını hatırlamıyorum. Nusret bey o gence çok önem verirdi. Adeta onu ilerisi için yetiştirmekteydi. Eminim o genç daha sonra ya bir üniversitede öğretim görevlisi ya da politikacı olmuştur.

Bir gün konuşmacılardan biri hepimizi rahatsız eden aykırı bir konuşma yaptı. Salonda bulunan gençler konuşmacıyı susturmak istediler. Nusret Uzgören, "Engel olmayın, bırakın konuşsun, eğer burada konuşmazsa gider başka yerde konuşur" dedi.

Çok etkilenmiştim.

Elli yıl sonra Bodrum'da Nusret beyin kız kardeşi Sevim Kayan'ı tanıyacak ve Nusret beyin, aynı zamanda, Türkiye'de kooperatifçiliği örgütleyen ilk kişilerden biri olduğunu öğrenecektim.

***
Biz annemle CHP'liyiz. Yalnız CHP'li değiliz aynı zamanda İsmet Paşa’cıyız.

1947 yılında ağabeyim Ankara'ya geldi. Beraber oturuyoruz. Ağabeyim Askeri Tıbbiye'nin dördüncü sınıfında. O da bizim gibi CHP'li.

Ama ağabeyim giderek Demokrat Parti'ye sempati duymaya başladı. Hatta zaman zaman, "1946 seçimlerinde neler yaptınız" diye annemi sorgulayacak kadar işi ileri götürdü. Ama annem hiç sır vermedi. O günlerde yaygın bir kanı vardı. CHP'nin 1946 seçimlerinde hile yaptığı söyleniyordu.

***
Galiba o yılların üniversite gençliği Demokrat Parti'yi bir umut olarak görüyordu. Bu nedenle olsa gerek, ağabeyimin sesi daha yüksek çıkmaya başladı. Bazen öyle celalleniyordu ki elini masaya vurarak konuşuyor, hiçbirimize, hatta misafirlerimize bile, söz hakkı tanımıyordu.

Ağabeyim yalnız CHP'yi değil, İsmet Paşayı da eleştiriyordu. Zavallı İsmet Paşa, bizim evde, ancak annemle benim korumamız altında yaşayabiliyordu.

***
O yıllarda Ankara gerçekten güzeldi.

Tenha, bakımlı ve seviyeli.

Ulus'taki Yeni Sinema'nın 14.00 matineleri, Yenişehir'deki Büyük Sinema'nın 21.00 suareleri çok kalabalık olurdu. Özellikle, Büyük Sinema'nın Pazartesi galalarının ayrıcalığı vardı.

Ağabeyimle, hemen her pazartesi, giderdik.

Gene bir pazartesi gecesi oradaydık. Biraz erkence gitmiş olmalıyız ki antrede çok az insan vardı. Bir köşede İsmet paşa, Mevhibe hanım ve kızları Özden ayakta duruyorlardı.

Ağabeyimin üzerinde Askeri Tıbbiye üniforması vardı.

Ağabeyim çok yakışıklıydı.

Ve üniformasını çok güzel taşırdı.

Kapıdan girer girmez İnönü ailesi ile göz göze geldik.

Ben başımla selamladım.

Ağabeyim ise askerce bir selam verdi.

Önce topuklarını vurdu.

Sonra ayak parmakları üzerinde yukarı doğru uzadı, uzadı, uzadı.

Ben İnönü'yü bıraktım, ağabeyimi seyretmeye başladım.

Ağabeyim elini başındaki şapkasından bir türlü çekmiyordu.

İnönü ağabeyimin selamından memnun görünüyordu.

Yaşlı bir asker ile genç bir askerin görüntüsü hoştu.

Çok hoştu.

Ağabeyim nihayet elini başından aşağı indirdi.

Ben rahatladım.

Birkaç adım attık.

Ağabeyim bana döndü, "insan görünce bir tuhaf oluyor" dedi.

Acaba ağabeyimi "bir tuhaf" yapan neydi?

İsmet Paşa'nın meydan muharebesi kazanmış bir kumandan olması mı?

Yoksa bir devlet adamı olması mı?

Tabii her ikisi de.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder