6 Nisan 2010 Salı

36.3 NERDEN ÇIKTI ŞİMDİ BU KALÇA AMELİYATI?

Sağ kalçama protez yapılacaktı.

Hastaneye yattığım günün gecesinde bir hasta öldü.

Emboli'den.

Ertesi sabah ameliyat olacaktım.

O gece de bir hasta öldü.

Emboli'den.

***
Ameliyatımı Memorial'da yapacağını söyleyen doktor, beş risk saymıştı. Mikrop kapma, enfeksiyon, emboli, vücudun protezi reddetmesi, protezin yerinden oynaması.

Aynı sabepten ameliyat olan bir dostuma bu beş riski söylediğimde, "siz çok şanslısınız bana bunlar hiç söylenmedi" demişti.

Yani o başına gelecekleri bilmeden ameliyat olmuştu, ben bile bile olacaktım.

***
Son gece merakımdan dosyama baktım. Birden beşe kadar risk halkaları vardı.

Üçüncü halkanın etrafı çizilmişti.
Risk, kalbimden geliyordu.

***
Hayret! hala hastanedeydim. 
Neden kaçmıyordum?
Niçin vazgeçtim demiyordum?

Aksine çok sakindim.
Hatta o gece uyudum bile.

Bunu çok sonra şöyle açıkladım kendime.
Çünkü ben iyi olacaktım.

***
Sabah bir adam geldi.
O adamı tanıyordum.
Hastaları ameliyata götürüp getiriyordu.

Sedye yüksekti.
Kendim çıkamadım.
Galiba birileri bana yardım etti.

Anneannemden öğrendiğim ve her gece uyumadan önce okuduğum duaları düşündüm.

Sadece düşündüm.
Okuyamadım.

Sonra bir karar aldım.
Ameliyathaneye güler yüzle, neş'eyle girecektim.
Bu bir oyundu ve ben bu oyunu oynayacaktım.

***
Anestezi Uzmanı Dr. Necati Karaoğlu'na, "kalbim size emanet" dedim.

"Yalnız kalbiniz mi ?" dedi.
"Diğerleri hangisi" diye sormadım.
Ne kadar az bilirsem o kadar iyi olur diye düşündüm.

En yakınımdaki genç doktora,
"bitirmem gereken bir işim var" dedim.

Yani o işi bitirmeden ölmek istemiyorum demek istedim.

"Nedir?" dedi.
"Anılarımı yazdım, düzeltmeleri yapıyorum" dedim.

***
Ortopedi Uzmanı'nı bekliyordum.
Bacağımı da ona emanet edecektim.
Ve, "dikişlerim estetik olsun" diyecektim.
Ama bunu söyleme fırsatım olmadı.

Zannediyordum ki ameliyat ekibi geldikten sonra bayılacaktım.
Halbuki ben bayıldıktan sonra ameliyat ekibi gelecekti.

Zaten söylememe de gerek yokmuş.
Öylesine güzel dikilmişti ki...

Ancak sevgili terzim Halit Kulaçoğlu bu kadar güzel dikebilirdi.

***
1983 yılında ağrılarım artmıştı.

Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'ne gitmiştim. Op. Dr. Bülent Eralp, beni muayene etmiş ve "siz hiç düştünüz mü ?" demişti. "Hayır" demiştim. 

Sonra hatırlamıştım. 1968 yılında İsviçre'de bir trafik kazası geçirmiştim.

***
Bodrum'da, genç bir Ortopedi Uzmanı, "sizi ancak Balçova kurtarır, onbeş gün
gider, iki ay ara verirsiniz. Gene onbeş gün gider, iki ay ara verirsiniz. Bunu hep yaparsınız" dedi.

Algoloji Uzmanı bir doktor ise, "size kaplıca, masaj, güneş yasak" dedi.

Birinin “Evet” dediğine diğeri “Hayır” deyince bir üçüncü uzmana sormamın gerekli olduğunu düşündüm.

Beni Memorial'da ameliyat edeceğini söyleyen doktora sordum. "Biz hastalarımızı özgür bırakıyoruz" dedi.

Yani kendi ipimi kendim çekecektim.

***
İki yıl baston kullandım.
Evde bile.

Zor bir dönemdi.
Nadiren sokağa çıkıyordum.
Belki ayda bir kere.
Emekli maaşımı almak için.
O da taksiyle.

Ayakta duramıyordum, belimin ağrısından.
Yatamıyordum, dizlerimin ağrısından.
Oturamıyordum, kasıklarımın ağrısından.

Gene de yaşama sevincimden hiçbir şey kaybetmedim.
Okuyarak, yazarak, izleyerek geçirdim günlerimi.

***
Bir SSK Hastanesinde ameliyat olmak istiyordum.
Ama hangisinde?

Bir arayış içindeydim.

Sevgili Güray Tekçe, Vakıf Gureba Hastahanesi'nde ameliyat olmuştu.
Ameliyatı yapan doktor için "özel bir insan" demişti.

Çünkü bu doktor bey, SSK emeklilerinin muayenehanesine gelmesini istemiyordu, bir. Ameliyat sonrasında hediye kabul etmiyordu, iki.

Demek böyleleri de vardı.

Ama ben, bunu bile bile, Doç. Dr. Ayhan Nedim Kara'nın muayenehanesine gittim.

Çünkü mazeretim vardı. 73 yaşındaydım ve olay 33 yıllıktı. Bu 33 yılı ne kadar kısaltırsam kısaltayım gene de hastanenin kısıtlı saatlerine sığdıramazdım.

Teyzemin torunu sevgili Haluk Erbel beni Florance Nightingel’de ameliyat ettirmek istiyordu. Ben de, “bunca yıl prim ödedim, şimdi sırası geldi, devlet bana baksın” diyordum.

***
Doç. Dr. Ayhan Nedim Kara’ya ameliyat olmaya karar verince ameliyatımın Vakıf Gureba Hastahanesi’nde yapılması şart oldu. Çünkü Dr. Kara o hastahanenin ortopedi uzmanıydı.

Bu hastahane hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Sordum, soruşturdum ve aşağıdaki bilgilere ulaştım:

"1843te İstanbul’da çok sayıda ölüme sebep olan çiçek hastalığı sonucunda sağlık kurumlarının yetersiz kaldığını gören İkinci Mahmûd’un kadın efendilerinden, Birinci Abdülmecîd'in annesi Bezm-i Âlem Vâlide Sultan bir hastâne yaptırmak istemiş. Mekan olarak Çapa ile Vatan Caddesi arasında bulunan, o zamanki adıyla Yenibahçe Çayırı uygun görülerek hastâne yapımına başlanmış. 1845’te hizmete açılmış. Kuruluşundan iki yıl sonra hazırlanan bir vakıfnâmeyle Bezm-i Âlem Gurebâ-ı Müslimin Hastânesi, garip, elden ayaktan düşmüş, fakir, kimsesiz müslümanlara tahsis edilmiş. Her türlü muâyene ve tedâvi ücretsiz olarak yapılırmış. Çünkü Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, hastâneyi ve vakfı kurarken ücretsiz muâyene ve tedâvi şartı koymuş. Hastânede hekim, cerrah, eczâcı ve diğer işleri yürütecek personel maaşlı olarak çalışıyormuş. Çalışma gece gündüz olup, evli olan hekimler haftada üç gün evlerine gidebiliyorlarmış. İlk kuruluşunda hastânede 12 koğuş ve 210 yatak varmış. İlk başhekimi Kaymakam Ahmed Bey’miş. Vakıf Gurebâ Hastânesi, Cumhûriyet döneminde ödenek yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne, yönetim yönünden Sıhhat ve Muâvenet-i İctimâiye Vekâleti’ne bağlanmış. 1956 yılında hastânenin yönetimi; Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlanmış."

Prof. Dr. Türkan Erbengi, vaktile ilaçların bedava verildiğini, parası olmayanlara para yardımı yapıldığını, hatta yemek yedirildiğini anlatır, o günkü koşullardan bugünkü koşullara gelinmesini bir türlü hazmedemezdi.

Ben de, “işte fena mı şimdi de SSK’lılara bakıyorlar. Bizler tabii ki 'gureba' değiliz ama az gelirli vatandaşlarız” derdim.

Fakat Türkan Hoca bir türlü ikna olmaz, sanki suçlu benmişim gibi, hıncını benden alırdı.

***
10 Aralık 2001 günü yattım hastaneye. Sağ kalçama protez ameliyatı yapılacaktı.

Bu ameliyatı olabilmem için öncelikle İç Hastalıkları Uzmanı'ndan onay almam gerekiyordu.

Doktor Mustafa Boz, kalbimin durumunu beğenmedi. Beni Kardiyoloji Uzmanı Dr. Tülin Kurt'a havale etti. Dr. Kurt’un yorumu olumluydu ama bir de Anestezi Uzmanı'na görünmem gerekiyordu. Her ikisinin kararına acaba Mustafa Boz son kez ne diyecekti.

Bu araştırma on gün sürdü.

Her SSK hastanesi bu kadar titiz mi çalışıyor bilmiyorum, ama Vakıf Gureba Eğitim Hastanesi’nin 2 No.lu Ortopedi Kliniği’nde böyle çalışılıyordu.

Ameliyat olduğum günün gecesinde yoğun bakımda kalmam gerekebilirdi.
Kalbim nedeniyle.

***
Dışarıda kar, buz ve tipi vardı.

Mehmet (Akkent) Ataşehir'den,
Hatice Mualla (Görkey) Üsküdar'dan geleceklerdi.
Aklım onlardaydı.

Haluk (Erbel) Amerika'daydı.
Onun da aklı bendeydi.

***
Çok başarılı bir ameliyat oldu. Yoğun bakıma gerek kalmadı. Doğru yatağıma geldim.

Hiç ızdırabım yoktu. Ameliyat yerim hiç ağrımıyordu. Hatta Dr. Kahraman Öztürk'e, "yoksa ben ameliyat olmadım mı" diye sordum.

Her sabah Klinik Şefi Dr. Ayhan bey, ekibi ile geliyor durumumla ilgili bilgiler alıyordu. Dr. Özgür Ortak, sabah - akşam uğruyor neler yapılması lazım geldiğini dosyama yazıyordu. Hemşireler ona göre ilaçlarımı veriyorlar, iğnelerimi yapıyorlardı. Röntgen cihazı benim bulunduğum kata çıkıyor, yattığım yerde flimlerim çekiliyordu. Pansuman günlerim hiç aksamıyordu.

Bunlar yalnız bana yapılmıyordu.
Herkese yapılıyordu.
Düzen böyle kurulmuştu.
Aksamadan yürüyordu.

Uzman doktor ve asistanların istisnasız hepsi pırıl pırıl insanlardı.
Geleceğin Türkiyesi için bana umut veriyorlardı.

Bir hastaya acilen lazım olduğu için yatağımın altından alınan ve zamansızlıktan yardımcı personel tarafından tekrar yerine konamayan suntayı, Dr. Kamil Çetiner, hiç yüksünmeden, kendi elleriyle yerine koymuştu.

Başhemşire, hemşireler ve yardımcı personel görevlerini hiç aksatmadan yapıyorlardı.

Cumhuriyet Gazetemi her sabah yattığım odanın temizliğini yapan Hasan getiriyordu.

Hem de o karlı, buzlu, soğuk günlerde.
 Ve gazete bayilerinin kapalı olduğu saatlerde.

Ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası toplam 28 gün yattım.

 Ramazan'ın bir kısmını,
Şeker Bayramı'nın tamamını,
Yeni Yılı yatağımda geçirdim.
Hiç sıkılmadım.

Küçücük bir radyom, iki tane de kitabım vardı.

***
Yattığım oda çift kişilik bir odaydı. Çok şanslıydım. Yanımdaki yatağa hep güzel insanlar geldi. İlk yattığım gün Karadenizli bir hanım vardı. Ne yazık ki bir gün bir gece beraber olabildik. Ertesi sabah bana hazırladığı kahvaltı sofrasını hala hatırlarım.

Sonra çok cici genç bir kız geldi. Sadece üç gün kaldı ama dostluğumuz uzun sürdü.

En uzun beraber olduğum hasta, pencerenin camını silerken beşinci kattan düşen, ikinci katın tentesine takıldığı için yere çakılmaktan kurtulan ama kırılmadık da yeri kalmayan iki çocuk annesi genç bir hanımdı. Şengül.

Kendisi Malatyalı, kocası Sıvaslıydı.

Şengül'ün üç ablası vardı. Çok sevecen insanlardı. Özellikle Malatya'dan gelen ablası, benim refakatçimin gelmediği bir günün gecesinde sabaha kadar bana bakmış, her türlü ihtiyacımı karşılamıştı.

***
Haluk, Mehmet ve Hatice Mualla beni hiç yalnız bırakmadılar.

Akrabalarım, arkadaşlarım, dostlarım, komşularım beni her zaman olduğu gibi bu kez de kucakladılar.

Sevgi Dilli hastanede, Dilek Baş evde bana refakat ettiler.

Haluk'cuğumun sürücüsü Şadi Doğru benim için çok yoruldu.

**

7 Ocak sabahı Şengül, 8 Ocak sabahı da ben çıktım hastaneden.
İkimizi de evlerimize ambülansla gönderdiler.

Altı ay süre ile her ay kontrole gitmem istedi.
Sonra bu iki ayda bire çevrildi.
Çünkü protezimin durumu çok iyi idi.

Röntgenlerimle beraber gidiyordum.
Protezim çok güzel görünüyordu.

Onu seviyordum.
Dr. Ayhan bey de seviyordu.
Çünkü dikkat ediyordum, proteze bir tabloya bakar gibi bakıyordu.
Haklıydı.
Kendi eseriydi.

***
Fizyoterapist Lale Sargın sayesinde yeniden yürümesini öğrendim.

Kolay olmadı. 28 günde 8 kilo vermiştim.
Ayakta duramıyordum.

Ama azmettim.
Kardeşim Hatice Mualla, "benim ablam yapar" diyordu.
Yaptım.

***
Ameliyattan sonra eski sağlığıma kavuştum.

Ama sağlığıma kavuştum diye şımarmadım. Her sabah ekzersizlerimi ve
Reiki'mi yaptım. Her öğleden sonra bazen bir saat bazen iki saat yürüdüm.

Bu yaptıklarımın hiçbirini, hiçbir gün, hiçbir koşulda ihmal etmedim.
Çünkü, en yararlı tedavinin ilaç değil hareket olduğunu artık biliyordum.

Dr. Füsun Doğu, "ağrı dindirici ilaç almayın, vücut kendi kendini tedavi etmesini öğrensin" derdi. Sözünü dinledim. İlacı bıraktım.

***
Bir arkadaşım "öğren" demeseydi, Murathan Mungan adını vermeseydi, Dr. Ayşegül Öztürk elimdeki listeden aynı kişiyi seçmeseydi, ben nereden bilirdim Reiki'nin "ne", Makbule Çelik'in "kim" olduğunu.

Vahide Adısanlı, "bizim bir arkadaşımız var, onun da sizin gibi sorunları var" demeseydi, ben nasıl tanırdım Güray Tekçe'yi, nasıl bulurdum onun sayesinde Dr. Ayhan Nedim Kara'yı.

Ne kadar çok insana teşekkür borçluyum.

***
Bir teşekkür de Devlet'e.

Büyüklerimiz, "Allah Devlet'e zeval vermesin" derlerdi.
Ben de diyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder