8 Nisan 2010 Perşembe

25.3.4.15 LONDRA-1976 (DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI)

23. Dışişleri Bakanları Toplantısı 26 - 27 Mayıs tarihleri arasında Londra'da yapıldı.

Toplantı sırasında muhakkak resmi davetler olurdu. Davetlilerin alındığı salonun girişinde fraklı bir adam bekler, adınızı sorar, sonra yüksek sesle salona bağırırdı: "Miss Akkent." Böylece herkes öğrenirdi ki Miss Akkent salona duhul ediyor.

Çok utanırdım. Mümkün olsa adamcağıza, "ne olur sen benim adımı söyleme, ben şuradan geçivereyim" dileceğim ama ne mümkün.

Fraklı adamın söylenen ismi bir kerede kapması ve hiç yanlışsız telaffuz etmesi beni çok şaşırtırdı. Bu da herhalde bir meslekti. Bu mesleği iyi yapabilmek için çok iyi bir kulağa sahip olmak gerekir diye düşünürdüm. Benim kulağım iyi olmadığı için bu adamları çok takdir ederdim.

***
Tahran Toplantısı'nda Şah'ın davetini anlatmıştım. Burada da İngiltere Kraliçesi'nin davetini anlatacağım. Nasıl ki o davette Şah'ın kendisi yoksa, bu davette de Kraliçe'nin kendisi yoktu. Herşey onun adına, onun için yapılıyordu.
Hatta o kadar onun için yapılıyordu ki Lancester House'un Ladies Room'undaki tuvalet kağıdının üzerinde, "Bu tuvalet kağıdı Kraliçe'nin 'property'sidir (malıdır, zati eşyasıdır)" diye yazıyordu. 

Ben o tuvalet kağıdını kullanırken, ki oldukça sert bir tuvalet kağıdıydı, çok rahatsız olurdum.

Sadece sert olduğu için değil, sanki popomu Kraliçe'nin yüzüne sürüyormuşum gibi gelirdi.

***
Bu davetlere gitmek de, sofrada oturmak da, yemeği yemek de, solunda oturan beyle sohbet etmek de biraz incelik isterdi.

Sırası gelmişken söyleyeyim. Oturmalı yemeklerde, kadınlar, erkeklerin sağında otururlar.

Bu demektir ki, o bey, yemek boyunca yalnız solundaki hanımla sohbet edecek, ama arasıra da solundaki hanıma dönüp kısaca "öyle değil mi?" diyecek.

Bir hanım için de bu böyledir. Sohbeti solundaki bey ile sürdürecek, ama arasıra sağındaki beye dönüp kısaca "işte böyle?" diyecek.

Yani herkes istediği ile değil, mecbur olduğu ile konuşacak.

***
Table Plan'a (Masa Planı'na) göre, sekizer kişilik olmak üzere, yirmidört tane yuvarlak masa vardı. Bir tane de dikdörtgen masa. Bu dikdörtgen masada The Honourable (Muhterem) Henry Kissinger ve diğer Honourable'lar (Muhterem'ler) oturacaktı. 

Yuvarlak masalara harf konmuştu.

Benim yerim "U" harfli masadaydı.

Table Plan öyle diyordu.

Ben söz dinlerim.

Zaten söz dinlemeyen biriyseniz bu davetlere gitmeyin.

Gittiğiniz taktirde kurallara uymak zorundasınız.

***
"U" Masasına gittim ve üzerinde adımın yazılı olduğu yere oturdum. Sol yanıma da bir bey geldi oturdu. Bir milletvekili. İşçi Partisi'nden.

Tabii bu bir rastlantı değildi.

Efendim! Foreign Office, yani İngiliz Hariciyesi, Protokol Dairesi'nden bir hanımı, toplantı süresince bizimle ilgilenmesi için görevlendirmişti. Bu hanım, çok işi olmasına karşın benim odama gelir, ayak üstü sohbet ederdik. Tiyatro ile ilgileniyordu. Hatta amatörce sahneye bile çıkıyordu. Beni oyunlarına davet etmek istiyordu. Ama bu mümkün değildi. Toplantı süresince işimin başından ayrılamazdım.

İsmini, maalesef, not etmediğim bu hanım, çok hoş bir hanımdı. Tabii salt tiyatro konuşmuyorduk. Toplumsal olayları da irdeliyorduk. Bana, Londra'da "evinin anahtarını boynunda taşıyan çocuklar" öyküsünü anlatıyordu. Anne, çocuğundan önce evden çıktığı için, kapıyı çocuk kilitliyordu ve annesinden önce eve döndüğü için kapıyı çocuk açıyordu. Bu nedenle, çocuk evinin anahtarını, kaybetmemek veya çaldırmamak için, boynunda taşıyordu. Ve bu çocukların sayısı giderek artıyordu.
Çocuklarla ilgili her şey çok ilgimi çektiği için, bu konuyu ve bunların yan konularını da çok hararetli bir şekilde tartışıyorduk.

Eh! şimdi bu hanım, Table Plan yapılırken, beni muhafazakar partiden birinin yanına oturtacak değildi herhalde.

***
Davet kartına göre, The Secretary of State for Foreign and Commonwealth Affairs and Mrs. Anthony Crosland, 25 Mayıs 1976 Çarşamba günü, Whitehall, Banqueting House'da verecekleri "Luncheon'a (öğle yemeğine), şeref vermemi istiyorlardı.

Yalnız bir ricaları vardı.

1.30'daki bu yemek için, 1.00'de orada bulunmam gerekiyordu.

Bu davetlerin bir de böyle dertleri vardır. Öyle istediğiniz saatte orada olamazsınız. İlle de onların dedikleri saatte orada olacaksınız.

Hemen protokolden sorumlu hanıma, saat 1.00'de Banqueting House'da olmak için Lancester House'dan kaçta yola çıkmak gerektiğini sordum. Londra'nın o saatteki trafiğini hesap ederek ona göre yola çıkmamı önerdi.

***
Acaba Kraliçe bize neler ikram edecekti?

MENU

Asperges

Sauce Grilbiche

Truite Saumones

Salades Variees

Fraises a la Creme

Cafe

Ya içeceklerimiz?

WINES

Meursault Blagny, Louis Latour, 1971

Old Tawny Port

Fine Cognac

***
Peki, biz bu içkileri kimin şerefine içecektik?

Yemeğin Menü'sünü kapsayan programda bu da belirtilmişti.

Hiçbir şey keyfi değildi.

THE TOASTS

"THE QUEEN"

The Secretary of State for Foreign and Commonwealth Affairs

"HEADS OF STATE HERE REPRESENTED"
The Secretary of State for Foreign and Commonwealth Affairs

"THE CENTRAL TREATY ORGANISATION"
The Secretary of State for Foreign and Commonwealth Affairs

***
Şimdi siz zannediyorsunuz ki içkilerimizi yudumlayacağız ve yemeğimizi yemeğe başlayacağız.

Hayır.

Önce biraz müzik.

***
PROGRAMME OF MUSIC
The Band of H.M.Royal Marines

Flag Officer Naval Air Command

Director of Music

Lieutenant J.Ware, LRAM, Royal Marines

1. MARCH
2. OVERTURE
3. SELECTION
4. INTERMEZZO
5. THREE DANCES
6. SUTTE
7. FANTASIA

(Teferruatını yok ederek yazdım.)

Eh! artık yemeğimizi yemeğe başlayabiliriz.

Ama durun.

Önce solunuzda oturan beye bir "merhaba" deyin.

***
İki birbirini tanımayan insanın birbirine anlatacak ne kadar çok hikayesi vardır. Ben bu sohbetleri her zaman çok sevmişimdir. Belki de yanıma hep konuşabileceğim insanlar oturduğu için.
Çoğunlukla onları şaşırtmışımdır.

Bunu bazen ima, bazen de ifade etmişlerdir.

O gün sol yanımda oturan İngiliz İşçi Partisi millitvekilini ne kadar şaşırttım bilmiyorum ama onun beni şaşırttığını çok iyi biliyorum.

Bir sosyal demokrat olarak onunla aynı çizgide buluşacağımı zannetmiştim.
Ama gördüm ki İngiliz İşçi Partisi muhafazakar bir partiydi.

1976'da yaptığım bu saptama 1997'de beni haklı çıkardı. İngiliz Başbakanı Tony Blair için yapılan yorumlar, benim o zaman yaptığım yorumla örtüştü.

Hayret.
***
Dışişleri Bakanları Toplantısı'ndan bir gün önce beş üye ülkenin büyükelçileri Steering Committee adı altında toplanır, ertesi günü yapılacak toplantının Agenda'sına (Gündem'ine) son şeklini verirlerdi.

O gün de büyükelçiler büyük masanın etrafına alfabetik sıraya göre oturdular.

Ben de salonun köşesindeki masama oturdum.

Büyükelçi Necdet Tezel'i beklemeye başladık.

Necdet bey, herhalde, dışarıda Türk Hükümetinden bir talimat bekliyordu veya alıyordu. Yoksa son derece memuriyet terbiyesi olan bir insandı. Büyükelçileri kesinlikle bekletmezdi.

Uzun bir bekleyişten sonra Necdet bey salona girdi.

Ben ayağa kalktım.

Bu da benim memuriyet terbiyemdi. Bunu her zaman yaptım. Örneğin, Registry'de çalışırken, eğer benden yüksek rütbeli bir bey odama gelirse hemen ayağa kalkardım. Kulakları çınlasın Sevinç (Karasapan Soysal) bana kızardı. "Sen kadınsın, niçin ayağa kalkıyorsun" derdi. Ben de, "akşam beşe kadar memurum, beşten sonra kadınım" derdim.

***
Evet! Necdet bey salona girince ben ayağa kalktım.

Oldukça uzun bir süre büyükelçileri bekletmiş olan Necdet bey, koşar adımlarla masaya gideceği yerde, hiç acele etmeden son derece yavaş adımlarla bana doğru geldi. Önce elimi sıktı, sonra iki yanağımdan öptü ve gene yavaş adımlarla gitti masadaki yerine oturdu.

Çok duygulandım. Çok onurlandım.

Bu anımı, yıllar sonra, Bodrum'da Gölköy’deki evinde verdiği bir akşam yemeğinde kendisine anlattığımda, "ama öyle olması gerekmez miydi?" demişti.

***
Necdet bey, çok iyi yetişmiş, deneyimli bir diplomattı. Galatasaray Lisesi'ni ve İstanbul Hukuk Fakültesi'ni bitirmişti. Dışişleri Bakanlığı'nda Müsteşarlık yapmıştı. Meslek hayatı boyunca çok sayıda Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile çalışmıştı. Bunları çok güzel anlatırdı. Eğer kendisinden müsaade almış olsaydım bir tanesini kesinlikle anlatırdım.

Necdet bey, yurtiçi ve yurtdışı görevlerde memleketini olması gerektiği gibi temsil etmişti. Önce Atina'ya Büyükelçi oldu. Sonra Pekin'e gitti. Daha sonra da Roma'ya.

Necdet beyin annesi Münire hanımı Bodrum'da tanıdım. Çok hoş bir hanımefendiydi. Karacabey Harası Müdürlüğü yapmış Veteriner Şefik Tezel'in eşiydi.

Benim çocukluğumun bir "Karacabey Harası" hatırası vardı.

Çok, ama çok küçüktüm. Annemle gitmiştik. Hara'nın Müdürü Veteriner Nail Başçavuşoğlu babamın meslektaşı, eşi Müşerref hanım da annemin arkadaşıydı.

Hara'yı hatırlamıyorum. Ama dönüş yolunda bindiğimiz siyah makam arabasını çok iyi hatırlıyorum. Çünkü araba beni tuttu. Annem arabayı durdurdu. Dışarı çıktık. Ben, yolun kenarına ööö'ledim. Yalnız ben yukarıdan ööö'lerken, aşağıdan da pıt yapıyordum. Elimde olmayarak. Yukarıdan ööö. Aşağıdan pıt.

Annem yıllar sonra "çok utanmıştım" diye anlatmıştı.
Herhalde makam arabasında utanılacak biri vardı.

Ne zaman Karacabey Harası'nın adı geçse, yahut ben oradan geçsem hep bu pıt'ı hatırlarım.
***
Münire hanıma bu anımı anlatmıştım. Meğer Şefik Tezel, Nail Başçavuşoğlu'ndan sonra Hara'da müdürlük yapmış. Nereden nereye. Ne yazık ki annem hayatta değildi. Anlatamadım.

Yıllar sonra, belki 60 yıl sonra, kuzinim sevgili Verda Üründül’ün hatim duasında, yanımda oturan bir hanıımefendi, kendi aramızdaki konuşmalarımızdan esinlenip, "yoksa siz Oktay'ın kardeşi Olcay mısınız?" dedi. Meğer bu hanım Nail Beyin eşi Müşerref hanımmış. Yani makam arabasına bindiğimiz Nail beyin eşi Müşerref hanım.

Hakikaten nereden nereye.

Bunu da anneme anlatamadım. Ama Münire hanıma anlattım. O sırada Roma'da Necdet beyin yanındaydı. Mektup yazdım.

***
Necdet beyin eşi Mina, benim CENTO'dan çok eski arkadaşım.

"Ben. Necdet'i tanımadan seni tanıdım" der. 
 
"Biz seninle kardeşiz" der.

İrlanda asıllıdır. Ama Türk'ten çok Türk'tür.

Çok vefalıdır. Atina'dan, Pekin'den, Roma'dan uzun mektuplar yazardı. Şimdi de Ankara'dan sık sık telefonla arıyor. Hatırımı soruyor. Bodrum'da da beraber oluyoruz.

Mina, kocasına bağlı olduğu gibi kocasının ailesine de bağlıdır. Ben onun kadar kayınvalidesine ve görümcesine saygı ve sevgi gösteren başka bir gelin görmedim diyebilirim.

***
Necdet bey, emekliye ayrıldıktan sonra Ankara'ya yerleşti. Haftanın bazı günleri genç diplomatları evine yemeğe davet etti.

Gençler onun deneyimlerinden yararlandı, o da onlarla gençleşti.

Sevgili eşi Mina ile çok mutlu oldu.

1995'de öldü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder