6 Haziran 2010 Pazar

18.6 BABAMIN İKİNCİ EVLİLİĞİ

Makine mühendisi Lütfü Derefındığı ve öğretmen Şadiye Hanım, 1884 yılında İstanbul'da evlenmişler.

Deniz Yüzbaşısı olan Lütfü Derefındığı, Mesudiye denizaltısında ve Yavuz zırhlısında Çarkçıbaşı olarak görev yapmış.

Şadiye hanım ile Lütfü beyin dört kızı olmuş.

İlk çocukları Melahat 1912 yılında İstanbul'da dünyaya gelmiş.

Babam, annemden ayrıldıktan yaklaşık on iki yıl sonra, 1948'de, Melahat Derefındığı ile evlendi.

Bizim ailemiz gibi Melahat hanımın ailesi de kalabalıktı. Babam baldızlarını çok severdi. Baldızları da babama çok hürmet ederdi.

Ben Melahat hanıma "abla" derdim. Aslında "Melahat Hanım" demeyi tercih ederdim. Daha içtenlikli olduğu için. "Abla" bana hep yapay gelmiştir.

İlişkimiz her zaman mesafeli oldu.

Ortaokul öğrencisi olan Melahat Derefındığı, Topkapı'da oturdukları yıllarda, karşılarındaki evin merdivenlerinde oturan küçük bir erkek çocuk görürmüş.

Güzel bir çocukmuş. Dikkatini çekermiş.

Yıllar sonra o evin erkeği karısından ayrılmış. Melahat Derefındığı o erkek ile evlenmiş. Evlendiği erkeğin bir oğlu bir de kızı varmış. Merdivenlerde oturan o güzel çocuk, evlendiği adamın oğlu Oktay'mış.

Nereden nereye.

Masal gibi.

Abla, ağabeyimi öz evladı gibi severdi.

Abla'ya iki nedenden çok saygı duydum. Birincisi, babama çok iyi baktı. Babam rahat bir yaşlılık geçirdi.

İkincisi, Meral ve Hatice'ye; yalnız beni ve ağabeyimi değil annemi de tanıttı.

Kız kardeşleri de anneme aynı saygıyı gösterdiler. Hatta annemi ziyaret ettiler.

Abla, babamla 31 yıl evli kaldı.

***
Babamla ablanın ilk çocukları Meral 5 Mayıs 1949'da dünyaya geldi.

Çok zor bir doğumdu.

O kadar zordu ki anneyi kurtarmak için çocuğu feda etmeğe karar verdiler.

Sezaryen operasyonu ile aldıkları çocuğu ölü diye kuvöze attılar.

Baygın anneyi de yatağına götürdüler.

O sırada doğum odasına genç bir doktor geldi.

Kuvözde bir çocuk gördü.

"Bu çocuk niye burada?" diye sordu.

"Çünkü ölü" dediler.

Doktor çocuğa dokundu. Çocuk kıpırdadı.

Meral büyüdü. Bir gün ona bu öyküyü anlattılar. Ama çok geçti. Yoksa o doktoru arayıp bulmayı ve kendisine teşekkür etmeyi çok isterdi.

Meral İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Sosyoloji, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji okudu. Sosyolog oldu.

Doktora yapmak için Almanya'ya gitti.

Nürnberg'e yerleşti.

Doktora yapmadı ama pek çok kitap yazdı. Eğer isteseydi o kitapların her biri doktora tezi olabilirdi. Ama istemedi.

Nürnberg, Erlangen, Bamberg ve Kassel Üniversitelerinde dersler verdi.

Almanya dahil birçok ülkede bilimsel kongreler düzenledi. Konferanslar verdi. Projeler üretti. Bunları Alman devlet kurumlarının ve yerel yönetimlerin bütçeleriyle, özel vakıfların kaynaklarıyla ve Avrupa Birliği’nin sağladığı olanaklarla yaptı.

1989 yılında Nürnberg’de farklı anadilleri konuşan kadın meslekdaşlarıyla birlikte kadın günlük yaşamı konusunda kültürlararası karşılaştırmalı araştırmalar yapan „Frauen in der Einen Welt – Zentrum für interkulturelle Frauenalltagsforschung und internationalen Austausch“ isimli araştırma merkezini kurdu. Bu merkez bünyesinde araştırma projeleri yürüttü. Araştırmalarını hem yayınladı hem de bunları gezici sergi olarak değerlendirdi. Araştırma merkezinde elde edilen verilerin daha geniş çevrelerle paylaşılmasını sağlamak amacıyla bir kadın müzesi kurmak için çalışmalar yaptı.

2003 yılında Almanya’nın altıncı ve Bavyera Eyaletinin ilk kadın müzesi vasfını taşıyan Museum Frauenkultur Regional-International isimli müzeyi Fürth kentinde açtı. Bu müze, 2018 yılında dünyada sayıları 88 olan kadın müzeleri arasında kültürlerarası karşılaştırma konseptiyle çalışan yegane müze olma özelliğini korumaya devam ediyor.

Meral, dilbilimci ve aynı zamanda Almanca ve İngilizce öğretmeni olan Hans-Martin ile evlendi.

Hans-Martin dünyada eşi az bulunur iyi insanlardan biri. Sakin ve barışçıl. Meral de öyle. Aralarında müthiş bir dayanışma var.

Hans-Martin 1992 ve 2000 yılları arasında Kazakistan’da Almaty kentinde ve 2004-2012 yılları arasında da Ukrayna’nın Odessa kentinde Eğitim Müşaviri olarak görev yaptı.

Meral de bu ülkelerde serbest Araştırmacı Sosyolog ve Kadın Politikası Eğitim Projeleri Danışmanı olarak çalışmalarını sürdürdü. Almanya ve Ukrayna Üniversiteleri arasında bilgi transferleri organize etti. Ukrayna’da Gender Studies alanında çalışan bilim insanlarını ve araştırmalarını listeleyen, Almanca ve Ukraynaca bir internet sitesi hazırladı.

Kazakistan’da karlı bir gün, sabah kahvaltısı yaparlarken, sokakta donmak üzere olan bir kedi yavrusunun miyavlamasını duydular. Birlikte bakma koşulu ile kediyi aldılar. Adını Kedi koydular ve onu da kendileri gibi sakin ve barışçıl büyüttüler.

Hans-Martin‘in Kazakistan’da sekiz yıl süren görevi 2000 yazında bitti. Erlangen’e döndüler ve orada kendilerine bir apartman dairesi satın almak istediler. Gazeteye ilanı Kedi verdi ve şöyle yazdı: “Sakin bir kedi ebeveynlerine 4 odalı bir ev arıyor.”

Gözleri Nil yeşili, patileri çikolata renkli Kedi, on dokuz yıl beraber yaşadıktan sonra, 17 Haziran 2012 günü Hans-Martin ve Meral'e veda etti. Şimdi gözlerini anımsatan yeşil bir ağacın altında uyuyor.

Meral kadın araştırmalarındaki, kadın politikası eğitim projeleri koordinatörlüğündeki ve kadın müzeciliğindeki deneyimlerinden faydalanarak 2010 yılında İstanbul Kadın Müzesi konseptini hazırladı. Bu konsepti kadın tarihini yeniden yazan bir barış projesi olarak tanımlıyor.

Türkiye içinden ve dışından yüzlerce gönüllünün desteğini alarak ve onları koordine ederek 25 Eylül 2012 tarihinde Türkiye'nin ilk, dünyanın üçüncü kent kadın müzesini, İstanbul Kadın Müzesi’nin açılmasını sağladı.

Müze, Türkçe, Almanca, İngilizce ve İtalyanca dillerinde hizmet veren 7/24 açık olan sanal bir müze. www.istanbulkadinmuzesi.org

Meral yaratıcı enerjisiyle ve İstanbul Kadın Müzesi için tasarladığı fark yaratan projelerle çevresindekilere umut veriyor. Bakalım daha neler yapacak?

***
Babamla ablanın ikinci çocukları Mualla, 13 Haziran 1955'de dünyaya geldi.

Mualla'nın ilk ismi Hatice. Çünkü babam yaşadığı sürece hasretini çektiği annesinin adını kızına vermek isedi. Bu nedenle Mualla’nın göbek adı Hatice.

Ben, küçük kardeşime Hatice demeyi sevdim.

Sadece bir kez, telefonda konuşurken, ağzımdan Mualla çıktı. Çok şaşırdı. Çünkü benim ona Hatice dememe alışmıştı ve galiba sevmişti de.

Hatice, Sultan Ahmet Sanat Enstitüsü Makine Ressamlığı Bölümü'nden mezun oldu. Bir süre mesleğini yaptı. Sonra heves ettiği başka meslekleri.

Evliliği bir kez denedi. Memnun kalmadı.

Hatice Mualla anlatıyor:

60'lı yıllar, ilkokulun ilk yıllarıydı. Hep mektuplarından tanıdım Olcay ablamı.

Değişmeyen bir kalem, değişmeyen siyah mürekkep, yalın yazı karakteri, okunaklı bir imza.

Tavırları, beğenileri, tebüssümü nasıldı bilmiyordum. Çünkü onu hiç görmemiştim.

Ama İstanbul'dan uzakta beni bilen, benimle ilgilenen, bana mektup yazan birinin varlığını hissediyordum.

Doğum günlerimi hiç unutmazdı. Ne gönderdiğinden ziyade; gününü aksatmaması, hiç değişmeyen lacivert paket kağıdı ve pembe bağcık beni ilgilendirirdi.

Önemsenmenin, hatırlanmanın müthiş keyfini yaşardım.

Böylece, "ekme"nin önemini öğrendim.

Bundan sonrası o kadar keyifli olmazdı. Adeta sıkıntı verirdi. Önce babam, sadece bir kez, "Teşekkür mektubu yaz" derdi. Annem ise birçok kez. Sonunda Bedahat teyzem başıma otururdu. O söylerdi, ben yazardım.

Bayramlarda, yıl başlarında, doğum günlerinde, ablamın yurtdışı dönüşlerinde bu sıkıntı hep yaşanırdı.

Onu sonraları tanıdım. Ama bunlar çok kısa görüşmelerdi.

Babam ilk eşinden ve çocuklarından hep gururla bahsederdi.

Annemin ise ayırıcı bir ifade kullandığına hiç tanık olmadım.

Ayrılan eşler, ayrılıklarını böyle saygıyla yaşarlar sandım yıllarca.

Hatırlar sorulur, selamlar gönderilirdi.

Daha sonraları; çevrede, farklı anneden olan çocuklardan, ayırıcı ifadeler kullanıldığını duymak beni çok şaşırtmıştı.

Ayrımcılık adına hiçbir davranış ve kelimenin sarf edilmediği evimizi, birleştiricilik sembolü olan annemi ve babamı hatırlamaktan mutluluk duyuyorum.

Bugün, Meral'in ve benim dünyamız barış ve hoşgörü üzerine kurulmuşsa o günlerde ekilen tohumlar nedeniyledir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder