8 Nisan 2010 Perşembe

25.3.4.17 LONDRA -1978 (DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI)

Adettir, bir önceki yıl yapılan toplantının son oturumunda, ertesi yıl yapılacak toplantının yeri ve tarihi saptanır. Aslında bu önceden bilinir. Çünkü toplantılar, üye ülkelerin başkentlerinde alfabetik sıraya göre yapılırdı. Yalnız, Pakistan CENTO'ya küs olduğu için Dışişleri Bakanları Toplantısı'na evsahipliği yapmazdı. Yani bizi davet etmezdi. Onun için her dört yılda bir aynı üye ülkeye sıra gelirdi.

1977 yılında Tahran'da yapılan Dışişleri Bakanları Toplantısı'nın son oturumunda, Secretary of State of the United States (Amerikan Dışişleri Bakanı) The Honourable Cyrus Vance, ayağa kalkı ve 19 - 20 Nisan 1978 tarihinde yapılacak 25.Toplantı için bizi Washington'a davet etti.

Herkes alkışladı.

Tabii ben de.

***
Amerika'ya ilk kez 1970'de gitmiştim.

Tabii önyargılar, art fikirlerle gittiğim için Amerika'ya biraz yazık olmuştu.

1974'de ikinci kez gittiğimde, daha akılcı olmuş ön yargılarımdan biraz sıyrılmıştım.

Eğer üçüncü kez gidersem, Amerika'yı belki de sevecektim.

Ne yazık ki bu gerçekleşmedi.

Gene süper güçlerin menfaatleri ön plana çıktı. Amerika Dışişleri Bakanı, son dakikada Moskova'ya gitti. Oradan Washigton'a yetişemeyeceği için son gün toplantı Londra'ya alındı.

Böylece Amerika benim muhtemel ve mutasavver sevgimden yoksun kaldı.

***
Toplantılara bazen iki bazen üç grup halinde giderdik. İlk gidenler Halkla İlişkiler veya İdari işler elemanları olurdu. Ben, CENTO Genel Sekreteri'nin gittiği grupla giderdim. En tantanalı grup bizimki olurdu.

Ankara'da Esenboğa, eğer İstanbul üzerinden gidiyorsak Atatürk Hava Limanı bize VIP salonunu açardı. O yıllarda bu önemliydi. Bugünkü gibi herkes VIP'e giremezdi.

Gittiğimiz yerde de VIP salonuna alınırdık. Çay, kahve ikram edilirdi. Pasaportlarımız toplanır, damgalanır elimize verilirdi. Bavullarımıza hiç bakılmazdı. Kapıya arabalar gelir bizi otelimize götürürlerdi.

Tabii bu İngiltere ve İran için böyle olurdu. Amerika'ya hangi statü ile gidersek gidelim sıradan insan muamelesi görürdük.

***
1968'de ilk kez uçakla Londra'ya gittiğimde Pasaport Kontrol Memuru gözlerimin içine bakarak "Miss Akkent, Londra'da ne radar kalacaksınız?" diye sorduğunda, o kadar şaşırmıştım ki, bu adam beni nereden tanıyor diye yüzüne baka kalmıştım.

Ben bu olayı Eğitim Programları'mda katılımcılara hep anlattım.

Bir insanın gözünün içine bakarak konuşmanın ve adı ile hitap etmenin ne kadar etkileyici olduğunun altını çizerdim. Hatta belki de, o Pasaport Kontrol Memuru'nun bu davranışı benim Londra'yı Paris'ten daha çok sevmemde etken olmuştur diye de eklerdim.

***
Her zaman Park Lane Oteli'nde kaldığımız halde, 1978'de başka bir otelde kaldık. Bunun bir nedeni vardı.

CENTO Dışişleri Bakanları Toplantısı 1976 yılının 25 - 26 Mayıs günlerinde Londra'da yapıldı. Değişmez kuraldır. Toplantıdan bir gün önce üye ülkelerin büyükelçileri ertesi günü yapılacak toplantının gündemini belirlemek için bir araya gelirler. Onların işi biter bitmez bizim işimiz başlar. Genelde sabahlarız. O gece de öyle oldu.

Üç Pakistanlı Shorthand Typist, bir Türk Copy Typist ve ben karargahımız olan Lancester House'dan sabaha karşı çıktık. Green Park'ı geçtik. Park Lane Oteli'nin ön kapısına geldik.

Çok neşeliydik.

Tam içeri gireceğimiz bir sırada otelin gece bekçisi bizi içeri almak istemedi. Herhalde bizi Soho'dan gelen sarhoşlar zannetti.

Halbuki biz işten geliyorduk. Ben Pakistanlı çocukları hep neşelendirirdim. Amacım güler yüzlü bir ortamda çalışmalarını sağlamaktı. Aslında ben onlardan daha çok yoruluyordum. Ama başarımda onların da payı olduğunu düşündüğüm için, mümkün olduğunca, onları hoş tutmaya çalışıyordum.

Otelin gece bekçisi arka kapıdan girmemizi istedi. Ben önce şaka yapıyor zannettim. Ama baktım adam ciddi. Pakistanlılar da huysuzlaşmaya başladı. Bir tatsızlığa meydan vermemek için hepsini arka kapıya götürdüm.

Ertesi günü Pakistanlılar bu olayı protokolden sorumlu hanıma anlatmışlar. O da tahkikat yapmış. Yeterli bilgiyi toplamış. Fakat eyleme geçmeden önce bir de benden dinlemek istemiş.

Olayı abartmadan anlattım.

***
İngilizler bu olayın üzerinde çok durdular ve Park Lane Oteli'ni konferans listesinden çıkardılar.

Tabii, bu olay bizim ülkemizde geçmiş olsaydı, eminim, aynı hassasiyeti bizde gösterirdik.

Acaba sonra ne yapardık?

Bu işin takipçisi olur muyduk?

Yoksa ilk hassasiyet geçtikten sonra unutur muyduk?

***
Ciddi insanlar unutmuyorlar.

Sonuna kadar götürüyorlar.

İşin takipçisi oluyorlar.

İki yıl sonra bile olsa, alınan kararı, hiç aksatmadan uyguluyorlar.

Belki o iki yıl içinde, o Protokol Dairesi'nde çalışan insanlar başka yerlere tayin oluyor.

Belki yerlerine başkaları atanıyor.

Ama dosyada evrak duruyor.

Açıyorlar.

Okuyorlar.

Gerekeni gerektiği gibi yapıyorlar.

***
Elimdeki broşüre göre, 1978 yılında, Londra'da The Turning Point filmini görmüşüm. Yönetmenliğini Herbert Ross yapmış. Anne Bancroft, Shirley Maclaine, Tom Skerritt oynamış.

Ama asıl önemlisi bu film ile dünya Mikhail Baryshnikov'u tanımıştı.

Leslie Browne, Baryshnikov'a eşlik etmişti.

Broşür'ün içine bir gazete kesintisi koymuşum. Ne gazetenin ismi, ne de tarih var. Benim gibi bir arşivciye hiç yakışmıyor. Galiba Milliyet Gazetesi. Haldun Dormen, "Çeşitleme" adlı köşesinde, "New York Haberleri" başlığı altında şu bilgileri vermiş:

"Dünyanın en ünlü dansçısı sayılan Rudolph Nureyev dört haftalık bir anlaşma yaparak Hollanda balesiyle NewYork'un Minskoff Tiyatrosu'na gelmeğe karar verdi. En büyük rakibi Mikhail Barysnikov'un "The Turning Point" (Dönüm Noktası) adlı filmdeki başarısı nedeniyle Oscar ödülüne aday gösterilmesine fena halde sinirlenen Nureyev, kendisile görüşen gazetecilere, "Mikhail Barysnikov mu? Bu adı bir yerde duymuştum galiba" diye söz etmiştir. Bilindiği gibi Nureyev'in Ken Russell yönetiminde çevirdiği "Valentino" adlı film eleştirmenlerin büyük hücumuna uğramış ve beklenilen başarıyı kazanmamıştı."

***
Rudolph Nureyev'in, Mikhail Barysnikov için söyledikleri, bana Bedia Muvahhid'in Afife Jale için söylediklerini hatırlattı. Kendisine Afife Jale sorulduğunda "evet! öyle biri varmış galiba" demişti.

Afife Jale'nin sahneye çıkan ilk müslüman Türk kadını olduğunu Şahin Kaygun'un yaptığı "Afife Jale" filmiyle öğrenmiştik. Halbuki o tarihe kadar Bedia Muvahhid sahneye çıkan ilk müslüman Türk kadını olarak biliniyordu.

Tabii her sanatçı kıskançtır. Anlayış gösterebiliriz. Ama kıskançlık eğer halkı yanıltmaya kadar varırsa artık bu kıskançlıktan da öte birşey olur.

Vasfi Rıza, ölümünden kısa bir süre önce, "evet! sahneye çıkan ilk müslüman Türk kadını Afife Jale'dir" dedi.

Dedi ama gerçeği söylemek için niye bu kadar uzun beklediğini açıklamadı.

***
Ben, bir yere giderken evden biraz erken çıkmak isterim. Yurtdışında da böyle yaparım. Eğer uçakla gidiyorsam daha da erken gitmek isterim çünkü hava meydanlarını severim. Dükkanları dolaşırım, anneme sütsüz çukulata, kendime bir içki alırım. Son bozuk paramla kahve içerim.

Yola çıkarken biraz hırçın olurum. Bu hırçınlığımı da kimse görsün istemem. Çünkü ya eleştirirler, ya da öğüt verirler.

Kırk yıllık Yani'yi, Kani yapmaya kalkarlar.

Hem de tam o anda.

Sanki kendileri bu kadar çabuk değişebilirlermiş gibi.

***
1978'de İngiliz Hariciyesi bizi hava meydanında karşıladığı gibi, giderken de yolcu etme nezaketini gösterdi.

Düzenlemeye göre ben hava meydanına İranlı bir Generalle gidecektim.

Araba önce beni, sonra Generali aldı.

Konuşa konuşa gittik.

Ben Münih, General Tahran yolcusuydu.

Önce ben indim arabadan.

Birbirimize iyi yolculuklar diledik.

***
O yıllar terörün dorukta olduğu yıllardı. 

Daha birkaç gün önce Heathrow Hava Meydanı'nda teröristler eylem yapmışlardı.

Çok sıkı kontrol vardı.

Ben, korkudan, hava meydanı keyfimi yapamadım.

Doğru Pasaport Kontrol Masası'na gittim.

Memur önce pasaportuma sonra da bana baktı, "Miss Akkent, siz Londra'ya nasıl girdiniz" dedi.

Hoşluk olsun diye, "Yer altından" dedim.

Memur bana bir kere daha baktı.

Çok ciddiydi.

"Sizin giriş damganız yok" dedi.

Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.

Sahi ben Londra'ya nasıl girmiştim?

Heyecandan olacak, hatırlayamadım.

Adamın suratına baka kaldım.

Adam, sabırla bekledi.

Sonra, çok kibar bir tavırla, "Siz ne sebeple Londra'ya geldiniz?" dedi.

Tamam. Hatırladım.

Bizi VIP salonuna almışlardı. Çaylar kahveler ikram etmişlerdi. Sonra bizi otomobile bindirmişler, otelimize götürmüşlerdi.

Hayır, pasaportlarımıza bakmamışlardı. Çünkü biz Kraliçe'nin misafirleriydik.

CENTO Dışişleri Bakanları Toplantısı için gelmiştik.

Toplantı bitmişti.

Evlerimize dönüyorduk.

Memur, bana inandı.

Dilerim General'e de inanmışlardır.

***
Londra'yı çok özledim.

Onu yıllar var görmedim.

Eğer bir gün gidersem, Majestelerine de uğrayacağım.

E, ne olsa bir geçmişimiz var!

Londra'dan ayrılırken, bu toplantının son CENTO toplantısı olacağını nereden bilebilirdim?

Eğer bilseydim, Londra'ya bir kere daha, bir kere daha, bir kere daha bakardım.

***
21 yıllık CENTO yaşamımın son davetiyesini Majestelerinin Hükümetinden aldım.




Council of Ministers—The Council, which meets each year, assembled in London, in 1972. Here (from left) the Hon. William P. Rogers, U. S Secretary of State, H. E. Mr. Hâluk Bayülken, Turkish Minister for Foreign Affairs, H. E. Mr. A. A. Khalatbary, Iranian Minister for Foreign Affairs; H. E. Mr. Nassir Assar, Secretary General of the Central Treaty Organization; Her Majesty the Queen; the British Prime Minister the Rt. Hon. Mr. Edward Heath, H. E. Mr. A. H. Pirzada, Pakistan Minister of Education, Culture and Provincial Coordination and the Rt. Hon. Sir Alec Douglas-Home, Secretary of State for Foreign and Commonwealth Affairs, United Kingdom.


CENTO Genel Sekreteri Kamuran Gürün'ün,1978 Londra Dışişleri Bakanları Toplantısı öncesinde üye ülkelere yaptığı ziyaret sırasında çekilen tarihi fotoğraf. Solda İran Sahi, ortada Kamuran Gürün, sağda İran Dışişleri Bakanı Dr. A.A. Khalatbary. Bu fotoğrafta görünen Şah kısa bir süre sonra tahtını bırakacak, Kamuran Gürün son CENTO Genel Sekreteri olarak anılacak, Dr. Khalatbary Humeyni tarafından idama mahkûm edilecek. 


Bir CENTO toplantısı. Yıl 1978-79. Ortada oturan Genel Sekreter Kamuran Gürün. (CENTO'nun son Genel Sekreteri) Ben sağ tarafta, arkada, dokümantasyon masasında oturuyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder