yazılmış aile şeceresi varmış. Diğer eşyalarından söz etmezmiş. Ama şecereyi kaybettiği için çok üzülürmüş.
Ağabeyimin anlattığına göre, babam kaybettiği sandığı, sonra, alay kumandanının odasında görmüş. O sandığın kendisine ait olduğunu söylemiş. Alay kumandanı, "Harpte kazanılan ganimet iade edilmez" demiş.
Hiç olmazsa içindeki şecereyi isteseydi, değil mi?
***
Babam, Selçuk Sultanı Keykubat'ın Haznedarı Hacı İbrahim (Maarif köyünde türbesi varmış) ahfadından ve Akşehir eşrafından Subaşı Hacı Mehmet Arif Efendi ile Hatice hanımın oğlu.
Babam, devamını kardeşim Hatice Mualla Görkey’e şöyle anlatmış:
1887 yılında Akşehir'de doğdum.
Babam Rusya'dan 1877 tarihinde göçmen olarak gelirken kafileler arasında gördüğü annemi beğenmiş ve evlenmişler.
Feride ve Rukiye adında iki ablam vardı. Bizden önceki çocukları ölmüş.
Babam sonradan annemin üzerine bir kez daha evlendi.
Önce annem öldü. Sebebi Akşehir'in adetine göre, ilk hanım ikinci hanımı gelin arabasından indirirmiş. Annem de bunu yaparken arabanın dibine yığılmış. Sonra annemi yatağa yatırmışlar.
Beni koynuna koydular ve hemen geri aldılar. Küçük ablam Rukiye beni komşuya götürdü. Oradan çıkarken bir cenaze gördük ve görmeyelim diye bizi tekrar eve soktular. Eve geldiğimizde annemi aradım. Bulamayınca çok ağladım.
Büyük ablam Feride Akşehir'de evlendi.
1894 yılında babam, Akşehir'deki mallarımızın hepsini sattı ve küçük ablam Rukiye'yi, beni ve üvey annemi Mekke'ye götürdü. Mekke'ye gitmemizin nedeni, babam Akşehir'de yaptığı saatleri Mekke'ye götürüp satardı. Aynı zamanda ipek ticareti yapardı. Yani Mekke'nin pazarını biliyordu.
Mekke'de küçük ablam Rukiye bir yüzbaşı ile evlendi.
1897'de Medine'ye gittik. Orada henüz elektrik olmadığı için Harem-i Şerif kandillerle aydınlatılırdı. Harem ağaları karpuz kandilleri çengelle indirirler, biz çocuklar da yakardık. Dört sene bu işte çalıştım. Her zaman en fazla kandili ben yaktım.
1900'de erkek kardeşim Medeni dünyaya geldi.
Aynı yıl ilkokulun birinci sınıfını bitirdim. Sonra babam beni mektebe yazdırmak için İstanbul'a getirdi. Tatil zamanı olduğundan yazdıramadı. Beni, çocukluk arkadaşı Hocazade Lütfi Efendi'ye bıraktı. Kendisi Medine'ye döndü. Lütfi Efendi, Huzur Hocasıydı. (*) Aynı zamanda sivil ve askeri okullarda Arapça ve Farsça öğretiyordu.
Böylece İstanbul yaşantım başladı.
Okullar açılıncaya kadar Lütfi Efendi'nin Üsküdar'daki evinde kaldım. Okullar açıldıktan sonra Lütfi Efendi beni yatılı olarak Baytar ve Eczacı İptidai (İlkokul) ikiye yazdırdı.
1903'de Askeri Rüştiye'ye (Ortaokul) geçtim. Üç sene okudum.
Gözlerim zayıf olduğundan derslerimi ezberler, sınıfta ezberden okurdum.
Bir gün tarih dersinde ben okurken arkadaşım güldü. Hoca neden güldüğünü sordu. O da benim ezbere okuduğumu söyledi. Bunun üzerine hocamız Tahsin Efendi beni Haydarpaşa Hastanesi'ndeki Göz Doktoru Dikran'a yolladı. İşte o zaman her iki gözümün de +4 olduğu anlaşıldı.
1904'de Kuleli'ye girdim. Üç sene okudum. 1908'de Haydarpaşa'daki Baytar Mektebi'ne geldim. 1912'de Balkan Savaşı çıktı. Hocaları orduya aldılar.
Okullar kapandı. Balkan savaşına er olarak katıldım.
***
Babam, kardeşime Balkan Savaşı'na niçin er olarak katıldığını şöyle anlatmış:
Doktorlar ve Veterinerler son sınıfa kadar beraber okurlar, son sınıfta ayrılırlardı. Ben, Fransızca imtihanında başarılı olamadım. 25 santim (puan) eksik not aldığım için ikmale kaldım. Bu nedenle Balkan Savaşı'na er olarak katıldım. 1914'de okullar açıldı. Okulumuz Selimiye Kışlası'ndaydı. Kışlanın kulesine çıkar bağıra bağıra Fransızca çalışırdım. Sonunda ikmalimi verdim. Mülazımevvel (Asteğmen) rütbesi ile mezun oldum.
Birinci Cihan Savaşı'nda İstanbul'da Fener civarında Fevzi Çakmak yönetiminde Karadeniz Sahil Muhafızlığı 5. Karargahı'nda (1914), 4. Piyade Alayı'nda (1915) bulundum. Çanakkale'ye aynı teşkilatla gittim.
29 Haziran 1916'da Yüzbaşı oldum.
İngilizler çekildikten sonra Kafkas Teşkilatı kuruldu. Rus Cephesi'nde Artebil Dağları gerisine gittik. Fırka Kumandanı Cavit bey, Alay Kumandanı Recep beydi. (11. Fırka, 34. Kafkas Alayı. Yıl: 1916).
Bilahare açık tayin ettiklerinden Aralık ayında, hayvan yazmak için Tokat’tan Erbaa’ya Amasya üzerinden yayan gittim.
25 Ekim 1921 sabahı, Mustafa Kemal'e katılmak üzere, İtalyan Remo Şilebi ile İstanbul’dan ayrıldım. Ertesi sabah İnebolu'ya vardım. İnebolu’dan Kastamonu ve Ilgaz Dağlarını öküz arabalarıyla aşarak Çankırı üzerinden 3 Kasım akşamı Ankara’ya vardım.
Binbaşı Kazım Sevüktekin komutasındaki 20. Süvari Alayı’na Veteriner olarak tayin oldum ve Batı'ya hareket ettim.
İzmir'in yakınındaki Horosköy'e (Manisa) kadar geldiğimiz bir sırada, aldığımız bir emirle, İstanbul'a döndük (Eylül 1922).
1923'de 5. Fırka Kafkas 2. Topçu Tabur baytarlığına tayin edildim.
1924'de Çapakçur'da Kürt İsyanı'nda bulundum. Şeyh Sait ve Şeyh Şerif'i esir aldık.
1925'de Seferberlik kalktı. Binbaşı oldum (1 Haziran 1925).
Ankara'da, Nalbant Mektebi ve Hayvan Hastahanesi (1925), Gene Ankara'da, Topçu Atış Mektebi Hayvan Hastahanesi (1926) Veterinerliklerinde bulundum.
Sonra İstanbul'a geldim.
1928'de İstanbul Metris Çiftliği'ndeki 3. Kolordu Ecza Deposu'nda, 1931'de İstanbul Selimiye'deki 3. Kolordu, 1. Fırka, 1. Topçu Alayı'nda Veteriner olarak çalıştım.
1933'de Avrupa Mubayaa Hayvanları içinde yavrusu olan kısrakların damızlık olarak haralara gitmesi gerekiyordu. Alay Kumandanı Albay Mufassal Seyfi bu damızlıklardan bir tane almak istedi. Ben vermeyince, bana muğber oldu. Gözlük taktığım için, ki kendisi de gözlük takıyordu, beni muayeneye sevk etti.
2 Şubat 1933'de malulen emekli oldum.
1934'de İstanbul / Sütlüce Mezbahası'nda Et Muayene ve Teftiş Heyeti'nde 13 yıl çalıştım. Zayıf hayvanlara zayıf damgası vurduğumdan iyiye tahvil etmem için beni zorladılar. Kabul etmedim ve istifa ettim.
İstiklal Madalyam var. (No.3174).
***
Burada bir parantez açmak istiyorum. Babam, kardeşime öz geçmişini anlatırken, o da not alırken, ne olduysa olmuş, kardeşim elindeki kalemi fırlatmış atmış, babam da o hırsla odasına gitmiş.
Bir daha da, “Kaldığımız yerden devam edelim” dememişler. Yazık olmuş. Kardeşim şimdi pişman ama ne fayda.
Babamın yarım kalan Askerlik anılarını tamamlamak için Genel Kurmay ATASE Başkanlığı ile K.K.K. Personel İşlem Dairesi Başkanlığı'na telefon ettim.Telefona çıkan Yarbay’dan gerekli bilgileri aldıktan sonra, “Babamın kardeşime anlattıkları içinde biri beni çok etkiledi. Bunu sizinle paylaşmak istiyorum. Örneğin, “Aralık ayında, Tokat'tan Erbaa'ya Amasya üzerinden yayan gittim” demiş. Bir sessizlik oldu. Bekledim. “Yarbayım orada mısınız?” dedim. Sessizlik devam etti. Ne yapacağımı bilemedim. Tam telefonu kapatacaktım, Yarbay, “İşte efendim, bu vatan böyle kurtuldu” dedi, kırık ve kısık bir sesle.
***Babamla Kurtuluş Savaşı’na katılan annem de benzer bir şey söyler, başını iki yana sallayarak “Bu vatan kolay kurtulmadı” derdi.
Babamın arkadaşlarından hep aynı sözleri duymuşumdur: Çok dürüst, çok namuslu, çok çalışkan. İçkisi yoktu. Kumarı yoktu. Sigarası yoktu. Hayatı boyunca annemden başka hiçbir kadını sevmedi. 3 Ocak 1977'de öldü. Topkapı Çamlık Mezarlığı'na askeri törenle gömüldü.
![]() |
Babam asker kıyafeti ile. |

![]() |
Babam, bu resmini cicianneme ithaf etmiş ve şöyle yazmış: Hatıra olmak üzere ablam hanıma takdim ederim. (24.02.1937) |
![]() |
Babam ve Ağabeyim. Fotoğrafın arkasına ağabeyim şöyle yazmış: Sevgili anneme ve biricik kardeşim Olcay'a 20 yaşımın bitiminin hatırası olmak üzere candan sevgilerle. (27. X. 1945) |
_____________________________________________________________
(*) Osmanlı Devleti'nde padişahların huzurunda hadisleri, ayetleri tartışan din bilginleridir. (İnternetten)
“Huzur Hocası” tabiri yerine “Huzur Meclisi Mukarriri” ifadesinin kullanılması daha doğru olacaktır. (Mustafa Birol Ülker)
“Huzur Hocası” tabiri yerine “Huzur Meclisi Mukarriri” ifadesinin kullanılması daha doğru olacaktır. (Mustafa Birol Ülker)
Etkileyici bölümlerden biri daha.. Çok güzelsiniz Olcay teyzem..
YanıtlaSil