13 Nisan 2010 Salı

24.2.25 BİTKİSEL PROTEİN İLE DENGELİ BESLENME

Eskiden Bodrum'da çok davet yapılırdı. Sadece özel kuruluşlar değil yerel yönetim de davet yapardı.

Örneğin Belediye Başkanı yahut Kaymakam şu veya bu nedenle söylemek veya danışmak istediği bir konu varsa bizlere davetiye gönderirdi.

Hem de kapımıza kadar.

Kale'deki davetler için de aynı yöntem uygulanırdı. Davetiyeler evimize gelirdi. Hatta bugün müzede çalışan görevlilerle selamımızın sürüyor olması o günlerden kalma tanışıklıktan kaynaklanıyor.

Dilerim bu uygulama hala sürüyordur da benim haberim olmuyordur.

***
Güzin Özipek sık sık davetler yapardı. Bir resim sergisi açılışı nedeniyle yaptığı davette Edibe (Berk) hanım beni Müheyya İzer’le tanıştırdı.

Müheyya hanımı çok duymuştum. Tanımayı çok istiyordum. İlk sorum, "ben her gün yoğurt yiyorum, acaba doğru mu yapıyorum" oldu. Müheyya hanım, "çok iyi yapıyorsunuz, barsaklarınızı çürümekten koruyorsunuz" dedi.

Ayrılırken de klasik sözler söyledik birbirimize.

"Görüşelim".

"Görüşelim". 

***
Müheyya hanım kendi sağlıksız yapısından yola çıkarak, sağlıklı beslenmenin yollarını aramış, bulmuş, uygulamış ve "Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme" kitabını yazmıştır (Redhouse Yayınları).

Ayrıca yine kendi sağlığı için öğrendiği Yoga'yı, önce evinde açtığı kurslarla başkalarına öğretmiş ve sonra "Yoga ve Sağlık" kitabını yazmıştır. (Sander Yayınları).

Müheyya hanım ayrıca "Doğal Güzelliğin Sırları" (Redhouse Yayınları), "Baharatın İzleri" (Redhouse Yayınları), "Papatyanın İzleri" (Pan Yayınları) kitaplarını da yazmış ve "Geleneksel Hint Mutfağı" kitabını Türkçeye çevirmiştir (Sistem Yayıncılık).

Fuat İzer'le evli olan Müheyya hanımın Bardakçı'nın sırtlarında bir evi vardı. Oradan Bodrum'a bisikletle gelirdi.

Şimdi Bardakçı çok değişti. Askeri kampa ilaveten, oteller, moteller ve villalar yapıldı.

***
İnşaatın kumu, çakılı ile bunaldığım bir gün Müheyya hanıma kendisine nasıl yardımcı olacağımı sormuştum. Müheyya hanım o günlerde "Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme" kitabını yazıyordu. Eğer müsveddelerini daktilo makinesinde yazarsam çok memnun olacağını söyledi.

Gün kararlaştırdık.

Müheyya hanım beni erkenden bekliyordu. Birlikte kahvaltı edecektik. Bu kahvaltının nasıl bir kahvaltı olacağını çok merak ediyordum.

Yulaf ezmesi, elma, bal, polen, tarçın, karanfil, ceviz, muz ve bademden oluşan, çok lezzetli, bir karışım yedik. Otlu çaylar içtik.

Sonra terasa masa kuruldu.

***
Müheyya hanım, "Besinin insan sağlığını ne denli etkilediğini daha iyi kavramak için birkaç örnek verelim" diye başladı okumaya.

O okuyor ben yazıyordum.

"1. Örnek : Birinci Dünya Savaşı'nda, savaş alanında ölen 20 yaş dolaylarındaki Amerikan askerlerine otopsi yapılmış ve %45'inde damar sertliği başlangıcı bulunmuştur. (...) Bundan 34 yıl sonra, Kore Savaşı'nda 22 yaşında ölen 300 Amerikan askerine yapılan otopside bunların %77,3'ünde belirgin koroner arterioskeleroz, yani kalp damarlarında tıkanma görülmüştür...

2. Örnek : Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan bir toplumun üyeleri dünyanın en sağlıklı insanlarıdır. Bunlar Hunzalar'dır. Hunzalar'da büyük anneannenin torununun çocuğunu emzirdiği görülmüştür. Hunzalar kış ortasında çağlayanın altına girip ılık bir banyoda yıkanır gibi yıkanırlar; 90 yaşındaki büyük dedenin cildi parlak, gözleri keskin, bedensel ve ussal etkinliği yerindedir. Hunzalar yoksul bir toplumdur. Bu nedenle giysileri az, kışın yakacakları kıt, aldıkları besinin miktarı bizlere oranla çok düşüktür. Bizdeki rafine ve sanayileşmiş besinler, çay, kahve, sigara, şeker, dondurulmuş yağlar, beyaz un, pastalar, çikolatalar, alkollü içkiler, konserveler ve benzerleri onlarda yoktur. Hunzalar'ın kahvaltısı bir avuç kuru yemişten ibarettir. Düğün ve bayramlar dışında sofradan tok kalkmazlar. Aldıkları besinler iklimlerine uygun besinlerdir, yani öz ürünlerinden gayrısını kullanmazlar.

İlkbahar gelince buğday stokları tükendiğinden, kırlarda, tarlalarda yetişen bitkilerle beslenirler. Şarap sofralarında ancak bayramdan bayrama görülür. Genellikle tuz ve yağ kıtlığı çekerler. Bu yoksul toplum eti kışın haftada bir, yazın da ayda bir yiyebilir. Az miktarda keçi peyniri üretilir.

Tarlada herkesin çok çalışması gerektiğinden, toplum her yıl iki üç ay açlıkla savaşmak zorundadır. Yaşadıkları zor koşullara karşın, bu toplumda yaşlılık hastalığı diye adlandırdığımız kalp ve kan dolaşımı bozukluğu, mide ve bağırsak hastalıkları, romatizma, kanser, şeker hastalığı, sinir bozukluğu, hormonal dengesizlik gibi kronik hastalıklar bilinmemektedir.

Kıtlık ve zor koşullar altında yaşayan bu toplumun üyeleri yorgunluk nedir bilmez, neşesini kolay kaybetmez, başını yastığa koyar koymaz uyur ve hep güleryüzlüdür...

3. Örnek: Bulgar köylüsünün sağlığı uzun süre bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Bunun Bulgar köylüsünün yediği bol yoğurda dayandığı sanılıyordu. Köylülerin yaşantısını daha yakından izlemek üzere besin uzmanları Bulgaristan'a bile gittiler. Sonuç olarak şu gerçek ortaya çıktı: Bulgar köylüsü çok yoğurt yemekle birlikte, her az gelişmiş ülkenin köylüsü gibi yoksul olduğundan eti pek ender yiyor, dindar olduğundan yılın üçte birini oruçla geçiriyor ve midesini hiç bir zaman tıka basa doldurmuyordu. Aldığı besin tahıl, sebze, meyve, yoğurt, bol soğan ve sarmısağa dayanıyordu..."

***
Bu satırları büyük bir keyifle yazarken, birden bire başım ağrımaya başladı. Migrenim tutmuştu. Önce buz kestim, sonra boncuk boncuk terlemeye başladım. Ellerim titriyor, midem bulanıyor, kollarım kesiliyordu.

Müheyya hanımı üzmemek için belli etmemeye çalıştım. Ama bu migren öyle lanet bir şeydi ki insanı ölme raddesine getiriyordu.

Masadan kalktım ve biraz uzanmak istediğimi söyledim. Müheyya hanım beni divana yatırdı.Yatış o yatış.

Belki yanımda ilacım yoktu, belki vardı da ilaca karşı olan Müheyya hanımdan çekindiğim için ilacımı yutamadım. Şimdi hatırlamıyorum.

Ertesi sabah, daktilo makinamı orada bırakıp, Bardakçı'nın taşlı topraklı tepelerinden düşe kalka aşağı indim ve doğru eve geldim.

***
Hakkı beylerin çatı katında oturuyordum. Yukarı çıkmadan önce onlara haber vermek istedim. Zaten bir gece önce eve gelmemiştim. Beni merak etmiş olabilirlerdi. Bir de hasta olduğumu bilsinler istiyordum.

Hakkı beylerin kapısı açıktı. Beni görünce içeri çağırdılar. Ben başıma gelenleri anlattım. Hakkı bey bir yandan beni dinliyor, bir yandan da, "Olcay hanım, Kibare balık kızartıyor, otur beraber yiyelim" diyordu.

Ben de, "A! Hakkı bey hiç öyle yağda kızarmış balık yenir mi. Birinci Dünya Savaşı'nda ölen 20 yaşındaki Amerikan askerlerinin %45'inde damar sertliği bulunmuş, halbuki Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan Hunzalar'da" diye bir gün önce öğrendiklerimi büyük bir ukalalıkla anlatıyordum.

O sırada Kibare nar gibi kızarmış barbunyaları sofraya getirdi. Etrafa nefis bir balık kokusu yayıldı.

Ne 20 yaşındaki Amerikan askerlerinin damar sertliği, ne de büyük anneannenin torununun çocuğunu emzirdiği umurumdaydı.

Zaten bir önceki günün sabahından beri açtım. Sofraya oturdum ve büyük bir iştahla balığı yemeğe başladım.

***
Yalnız balığı yerken bir yandan da yolu gözlüyordum. Öyle ya, Müheyya hanım, "acaba ne oldu bu bizim Olcay hanıma" diye arkamdan gelebilir, beni kızarmış balığı yerken görebilirdi.

Müheyya hanıma hikayenin sonunu o zaman anlatmamıştım. Ama ben anılarımı yazarken kimden söz etmişsem o kimseye kendisi ile ilgili satırları muhakkak okuturum. Müheyya hanım, zevkle okuduğunu, hikayenin sonunu da çok güzel bağladığımı söyledi. Sevindim.

***
Müheyya hanım Bodrum'daki evini sattıktan sonra İstanbul'a döndü. Önce Bebek'te sonra İstinye'de oturdu. Yoga dersleri verdi. Alternatif Tıp Dergileri'ne makaleler yazdı.

Yaz aylarında yurtdışına gider, kurslara katılır, yeni bilgilerle dönerdi.

***
Her ikramının bir özelliği vardı.

Sofrada her şey "sağlıklı beslenme" esasına göre hazırlanmış olurdu.

Bir yandan yer, bir yandan da, "hadi anlatın" derdim.

O anlatırken ben not alırdım.

Eve gelince hemen bir kart açar Müheyya İzer sıralamasına koyardım.

Sonra bazılarını yapar gittiğimde götürürdüm.

"Bunu nasıl yaptınız" derdi.

"Sizden öğrendim" derdim.

Çok şaşırırdı.

Çünkü, Müheyya hanım her seferinde değişik malzemeler kullanır, bir öncekini nasıl yaptığını çoktan unutmuş olurdu.

"Ben sizin çömezinizim" derdim.

Gülerdi.

***
Müheyya hanım yalnız yaşıyordu. Onca yıl sonra eşi Fuat İzer'den ayrılmıştı. Halbuki aşk evliliği yapmışlardı.

Boşandıktan bir süre sonra Fuat bey hastalandı. "İnsan" Müheyya hanım Fuat beyi kötü koşullarda kaldığı evden aldı, kendi evine getirdi ve ona baktı.

Sonra onu Lape'ye (La Paix) yatırdı. Gün aşırı ziyaretine gitti. Yalnız ona değil oradaki hemşirelere de yemekler, kekler, tatlılar götürdü.

***
Müheyya hanım çok tez canlıydı. Bu yüzden iki kez düştü. İkinci düşüşünden sonra toparlanamadı. Çok zayıftı. Kemikleri incecikti. Çok acı çekti.

O halinde bile yeni birşeyler öğrenme hevesindeydi.

Reiki Master sevgili Makbule Çelik'e bana Acmos öğret diye tutturmuştu.
İnanılır gibi değildi.

***
Müheyya hanım 2001 yılının Haziran ayının son günlerinde İstanbul'da öldü.

Ben Bodrum'daydım.

Arkasında büyük bir boşluk bıraktı. Çok değerli bir dost, nevi şahsına münhasır (kendine özgü) bir insandı.

Ne zaman bir sağlık sorunumdan söz etsem, "her sabah büyük aptestinizi yapıyor musunuz" derdi. "Yapıyorum" derdim.

"Yapıyorsunuz ama ne kadar yapıyorsunuz" derdi.

O anda, çok kızardım.

"Ne bileyim ben ne kadar yapıyorum" derdim.

Ben kızdıkça, o daha ileri giderdi.

"Barsaklarınızın iç duvarındaki pislikleri temizliyor musunuz" derdi.

Daha çok kızardım.

"Herhalde barsaklarımın içini dışına çevirip fırçayla yıkayacak değilim" derdim.

Halbuki "Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme" kitabını daktiloda yazmaya gittiğim gün, koca bir bardak su içmiş, sonra şezlonga uzanmış, barsaklarını çalkalamıştı. Ve o çalkalarken ben barsaklarının hareket ettiğini görmüş, suyun sesini duymuş, donakalmıştım.

Kimden öğrenmişti ?

Nasıl öğrenmişti ?

Bu beceriyi ne kadar zamanda kazanmıştı ?

Bilmiyorum.

***
Zamanla Müheyya hanımın ne demek istediğini ve sorduğu soruların ne kadar önemli olduğunu çok iyi anladım.

Ama anlamakla olmuyor.

Müheyya hanım olmak lazım.

***
Bir gün de beni Bodrum'daki evimin mutfağında lıkır lıkır su içerken yakalamıştı. 

Önce sesini çıkarmadı. Sonra, her zaman yaptığı gibi uyardı. "Eğer suyu çabuk içerseniz doğrudan böbreklerinize gider, ama yavaş içerseniz hücrelerinize gider" dedi.

Ben de, Bodrum'un sıcağına sığınarak, "o zaman iki bardak içerim. İlkini hızlı, ikincisini yavaş" dedim.

Böyle şakalar hiç Müheyya hanıma göre değildi. Hemen mutfaktan çıktı.

***
Yıllar önce Ankara'da, Gastro - Enteroloji Uzmanı Prof. Dr. Hamdi Aktan'a su ile ilgili bir sorunumu anlatırken "çiğneyerek için" demişti.

Yoksa ikisi de aynı şeyi mi söylemişti ?

***

Ölümünden sonra, Bodrum'da, Müheyya hanımı tanıyanların geldiği bir gün onu yad etmek için ondan öğrendiğim bir şeyi yaptım.

Şeftaliyi rendeliyorsunuz,
içine bal koyuyorsunuz.
Koyulaştırmak için, mısır nişastasını az bir su ile biraz pişiriyorsunuz.
İçine katıyorsunuz.
Karıştırıyorsunuz.
Sonra buzluğa koyuyorsunuz.
Dondurma gibi ikram ediyorsunuz.
Herkes severek yedi.

7 yorum:

  1. Ressam Fuat İzer’in izini sürerken arama–motorlarında sitenize rastladım ve paylaşımlarınızı pek beğendim. Hatıralarınızı bu şekilde paylaştığınız için teşekkür ederim. Benim için yararı oldu. Müheyya İzer Hanımı da sayenizde tanımış oldum. Çok teşekkürler. Saygılarımla.

    YanıtlaSil
  2. Sayın Durmaz,
    Ben size teşekkür ederim. Anılarımı okuduğunuz, beğendiğiniz ve yararlandığınız için.

    Müheyya İzer anılarımda yazdığımdan da fazlası olan bir insandı.

    Fuat İzer de çok değerli bir sanatçıydı.

    Ne yazık ki bugün bu iki güzel insan hayatta değiller. Onları artık anılarımızda yaşatıyoruz.

    Sevgiyle kalın,

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten süper izlenimler...Bu bilgileri kendinize saklamayıp paylaştığınız için çok teşekkürler...Bugün herkes aynı dili konuşuyor ama Müheyya hanım keşke sağ olsaydı onla tanışmak isterdim..Sağlıkla ve sevgiyle.....

    YanıtlaSil
  4. Çok teşekkür ederim övgünüze.

    Müheyya İzer hem çok iyi bir araştırmacı, hem de araştırmalarını başkalarıyla paylaşmayı seven çok değerli bir insandı.

    Bugün hayatta olsaydı siz tanışmaktan memnun olurdunuz ama acaba o bu ortamda yaşıyor olmaktan ne kadar mutlu olurdu? Bilmiyorum.

    Sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil
  5. merhabalar...
    müheyya izer hanımın dengeli beslenme kitabını 1989 larda edinmiştim, kefiri onun sayesinde öğrendim ve uyguladım, alkali beslenme tarzını o yıllarda öğrendim...
    sayenizde değerli anılarınızda yaşanılan güzellikleri tatdım...ve diğer eserlerini öğrendim...sevgiyle ve sağlıkla kalın olcay hanımcım...Hayriye Tertemiz

    YanıtlaSil
  6. Merhaba,
    Sizin yorumunuz üzerine Müheyya Hanım'a dair ne yazdımsa bir kez daha okudum. Yeniden hatırlama oldu. Teşakkür ederim. Bazı insanlarla yollarımız kesişiyor. Biz Reiki yapanlar rastlantılara inanmayız. Bugünün moda değimi ile fıtratımızda olduğunu düşünürüz. Hangi vesile ile olursa olsun Müheyya Hanım'ı tanımak, uzun yıllar beraber olmak, çok şeyleri paylaşmak, arkadaşı hatta dostu olmak çok büyük bir kazançtı benim için. Size tekrar teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
  7. Sevgili arkadaşımın hediye ettiği "Baharatın İzleri" isimli kitabın yazarı Müheyya İzer'in hayatını araştırmak için Google'da arama yaparken, blogunuza denk geldim, bir çırpıda büyük beğeni ile okudum. Müheyya Hanıma hayran kaldım, ömrünün son kısmında acı çekerek ölmesine üzüldüm. Blogunuzdaki diğer paylaşımlarınızı da okuyacağım. Sağlıklı günler dilerim.

    YanıtlaSil