Bu kez Excelsior'da kaldım. İyi bir oteldi.
1961'de kaldığım Emil'in pansiyonu gibi o da Corniche Chourane civarındaydı.
O yıllarda en meşhur otel Palm Beach'di. Denizin üzerindeydi. Ama pahalıydı. Amerikalılar orada kalırdı.
İnsan eğer bir yeri severse, kaç defa giderse gitsin, her seferinde hep aynı şeyleri yapmak ister. Ancak o zaman inanır o şehre geldiğine.
İnsanlar gibi şehirler de özlenir. Beş yıl arayla gitmiştim Paris'e. Şehre girerken kucaklamak istemiştim Paris'i, bir dostumu kucaklamak ister gibi.
Örneğin, 1961 yılında Souk Tawil'de açıkta satılan, hangi malzeme ile yapıldığı ve nasıl yapıldığı insana pek güven vermeyen, bol baharatlı ve çok lezzetli o yiyeceklerden gene yemek istiyordum.
Tahran'dan Beyrut'a Mr.Taghavy ile birlikte gitmiştik.
O beni şık yerlere götürüyordu, benim aklım ise Souk Tawil'deydi.
Sonunda dayanamadım söyledim.
Tahmin ettiğim gibi ne beni götürdü, ne de benim gitmeme müsaade etti.
Aklım orada kaldı.
Sanki Beyrut'a gitmemiş gibi oldum.
***
Beyrut'ta az kalıp Şam'a geçmek istiyordum. Çünkü, ciciannem (Refika teyzem) İstanbul'da evlenmiş, Şam'a gelin gitmişti. Şam'ı çok anlatırdı.
Evimizde, Şam'dan alınmış, kenarları sedefli iki tane çerçeve vardı. Ciciannem içine sevdiği kimselerle çektirmiş olduğu resimleri koyar, duvara yan yana asardı.
Ciciannem öldükten sonra, ben de uzun müddet resim çerçevesi olarak kullandım. Annemle babamın resimlerini koydum. Ama duvarlarımda tablolar olduğu için, çerçevelerin arkasına ayak yaptırdım. Bir tanesini yatak odamdaki masanın üzerine koydum, diğerini Bodrum'a götürdüm.
Sonra bir gün, içimden geldi, birini Murat'ın karısı Kerry'ye, diğerini Mehmet'in nişanlısı Bilge'ye (Eğilmez) hediye ettim. Ama hediye ederken içine ayna koydum. Masalarının üzerine koysunlar diye. Ayna, sedef çerçeveye çok yakıştı.
Yüz yıllık bir hatıra. İkisi de kıymet bilen hanım kızlar. Eminim severek kullanıyorlardır.
Ciciannem hayatta olsaydı, o da aynı şeyi yapardı diye düşünüyorum.
Çünkü Murat'ı da, Mehmet'i de çok severdi.
***
Tüm yolculuklarımda, Ankara'dan ayrılmadan cicianneme telefon eder, uçağa bineceğim gün ve saati bildirir, o saatlerde gökyüzüne bakarsa beni göreceğini söylerdim.
O da "olur" derdi.
Ne güzeldir insanların sevdikleri ile küçük oyunlar oynaması.
Cicianneme, "Şam'dan kart göndereceğim" demiştim.
Ama sözümü tutamadım.
Çünkü Gümrük'te birçok engel çıkardılar. Pasaportumu tutmak, yerine geçerli olacağı şüpheli bir kağıt vermek istediler. Güvenemedim. Vazgeçtim. Halbuki Şam Beyrut’a çok yakındı.
***
1973'de Tahran dönüşü gene Beyrut'a gidecektim. Hem bu sefer daha da keyifli olacaktı. Çünkü Varol (Özkoçak) Beyrut Büyükelçiliği'nde Başkatipti. Ama sokak hareketleri başlamıştı.
Tahran'dan telefon etttim.
"Korkmayın gelin, bir şey olmaz" dedi.
Korktum. Gitmedim.
Beyrut anılarımda o ilk güzelliği ile kaldı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder