8 Nisan 2010 Perşembe

25.7 UNICEF

Tam noktayı koyduğum bir sırada, UNICEF Türkiye Milli Komitesi Genel Müdürü Sevinç (Karasapan) Soysal, "CENTO'daki Registry'nin tıpkı eşini UNICEF için kurmak ister misin" dedi.

Sevinç ile CENTO gibi uluslararası bir kuruluşta uzun yıllar beraber çalışmıştık.

Aynı deneyimlerden geçmiştik.
Aynı kültürü paylaşmıştık.
Aynı dili konuşuyorduk.

***
Sevinç, Celal Tevfik Karasapan'ın kızıydı.

Ortadoğu uzmanı olarak bilinen Celal Tevfik Karasapan, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasında önemli rol oynamıştı.

Kendisi gibi diplomat olan oğlu Erdinç Karasapan'ı CENTO'da çalıştığım yıllarda yakından tanıma fırsatını bulmuştum.

Başkan olarak yönettiği bir Ekonomik Komite Toplantısı'nın hitamında yanıma gelen bir İngiliz Delege, Erdinç Karasapan için, "hayatımda gördüğüm en mükemmel başkan" demişti.

Duyduğu her güzel sözü sahibine iletmekten büyük keyif alan biri olarak, kısa bir süre sonra Londra'daki Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda karşılaştığımızda İngiliz Delege'nin coşkulu konuşmasını aynı coşku ile kendisine nakletmiştim.

***
Sevinç Ankara'da doğmuş. Babasının görevi nedeniyle ilkokul ve liseyi yurtdışında okumuş, yüksek öğrenimini Oxford'da Fransız, İtalyan ve İngiliz dili ve edebiyatı üzerine yapmıştı.

Ankara'ya döndüğünde, Hacettepe'de "Pembe Gömlekli Gönüllüler"in oluşumunda görev almış, Hacettepe Çocuk Hastahanesi'nin çıkardığı Çocuk Sağlığı Dergisi'nde Editör Yardımcısı olarak çalışmıştı.

Bir süre CENTO'da çalışmış sonra İngiliz Basın Bürosu'na geçmiş, Daily News'da gazetecilik yapmıştı. Tekrar CENTO'ya geldiğinde aynı bölümde, Registry'de, beraber çalıştık.

CENTO kapandıktan sonra Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Hacettepe yıllarından yakinen tanıdığı ve güvendiği Sevinç'i UNICEF Türkiye Milli Komitesi'ne Genel Müdür yapmıştı.

***
Ben İstanbul’da oturuyordum. UNICEF Ankara’daydı. Bunu hiç sorun yapmadım. Çünkü Sevinç bana bu işi teklif ederken. “Dünya çocuklarına senin de bir katkın olsun” demişti.

Bu söz beni kamçılamıştı.

***
Her "ilk" zordur.

Ama eğer azim ve iyi niyet varsa her zorluk zaman içinde aşılır.

Başlangıçta, "ya lazım olursa" korkusu insanın yakasını bırakmaz. Bu nedenle geçmiş yıllara ait evrak gereksiz yere saklanır. Bu, "saklama" isteği düzenlemeyi yapan arşivciden değil, kuruluşun çalışanlarından kaynaklanır. Hatta evrakın tümünün tutulması için ısrar edilir. Sistem oturduktan ve başarılı bir şekilde çalışmaya başladıktan sonra bu korku yerini güvene bırakır. Bu güveni sağlayana kadar hoşgörülü olmak gerekir. Nasıl olsa bir gün haklı olduğum anlaşılacaktır.

Nitekim öyle oldu.

***
Her yıl mayıs ayında Ankara'ya gittim. Ya eski yıllara ait dosyaların içini ayıklayarak ya da dosyayı tümüyle imha (yok) ederek daha az yer kaplayan bir arşiv oluşturmayı başardım.

Bu 'başardım'ı doğrulayan, yani beni doğrulayan bir notu buraya almak istiyorum.

"Ms. Olcay Akkent has done a tremendous jop in setting up a world class professional filing and archive system".

(Sn.Melih Akbil'in bir süre UNICEF' Türkiye Milli Komitesi'nde yaptığı geniş kapsamlı çalışmadan sonra sunduğu 'Initial observtions'dan).

***
Bazen de yeni alınan bir elemanı eğitmek için gittim.

Sırası gelmişken bu eğitim konusunun üzerinde biraz durmak istiyorum.

Ben mevcut dosyaları Onlu Tasnif Sistemi'ne göre düzenlerken, aynı zamanda, birlikte çalıştığım elemanı da eğitmiş olurum. Sistemi kurduktan sonra iki el kitabı hazırlarım. Birinde Kurallar yazılıdır, diğerinde Kod'lar.

İnsanların okuma sevdalısı olmadıklarını bildiğim için kuruluşun tüm personelinin katılacağı dört saatlik bir eğitim programı yaparım. Her iki dosyayı önüme koyarım.

Ben okurum onlar dinler.

Ayrıca, birlikte çalıştığım elemanlara, "size bir meslek veriyorum, bunun kıymetini bilin, yarın siz de benim gibi kuruluşlara sistem kurar, eğitim programları yaparsınız" derim, tüm içtenliğimle.

Onun için de ne İmalat - ı Harbiye'de top arabası tekerleği yapan Hacı Baba gibi,  ne de Bodrum'daki evimin çakıllarını döşeyen Salih Usta gibi yaptığım işin sırrını saklarım.

Ne biliyorsam anlatırım.

Akşama doğru başım ağrımaya, midem bulanmaya başlar. Ama ben bir yandan işimi iyi yapmış olmanın, diğer yandan alacağım parayı hak etmiş olmanın huzuru ile işyerinden çıktıktan sonra raks edercesine keyifle yürürüm şehrin sokaklarında.

Ne yazık ki bir süre sonra o çok emek verdiğim kişinin biraz daha fazla para için başka bir işyerine gittiğini öğrenir çok üzülürüm.

***
Şimdi burada bu üzüntümle ilgili bir anımı anlatacağım.

2 Mart 1998 günü Üsküdar'daki evimde otururken telefon çaldı. Genç bir kadın yanlış bir yere telefon etme korkusu içinde ısrarla benim Olcay Akkent olup olmadığımı sordu.

"Evet! Benim" dedim.

"Sizi 13 yıl önce İzmir'den aramıştım, çok etkinizde kalmıştım, hatta bana belge göndermiştiniz, hâlâ aynı işi yapıyor musunuz, ben şu anda Maslak'ta bir işyerinden arıyorum, sizin gibi birine ihtiyaçları var, gelebilir misiniz" dedi.

Ben 13 yıl önce Kabataş'da oturuyordum. Doğal olarak telefon numaram değişmişti. Ama bu genç kadın beni arayıp bulmuştu. Hoşuma gitti.

O artık Ankara'da çalışıyordu. Genel Koordinatörlük yapıyordu. Sabah uçağı ile geliyor, akşam uçağı ile dönüyordu. Hiç vakti yoktu. Yoksa beni görmeyi çok arzu ediyordu.

Kendisine aynı işi yaptığımı, ama artık 70 yaşında olduğumu, her gün Üsküdar'dan kalkıp Maslak'a çalışmaya gidemeyeceğimi söyledim.

Acaba hiç eleman yetiştirmiş miydim? Kendim gidemeyeceğime göre yerime başkasını gönderebilir miydim?

Ah! Ne kadar çok isterdim bu genç kadına, "yetiştirdiğim elemanlardan birini hemen gönderiyorum" demeyi. Diyebilmeyi. Ama diyemedim.

"Ne yazık ki hemen hepsi, birkaç kuruş fark için, başka meslekleri seçtiler" dedim.

Peki! Seminer yapıyor muydum?
Evet! Yapıyordum.

Ankara'daki seminerlere katılabilir miydim?
Tabii katılabilirdim.

Görüşelim.
Görüşelim.

Bu genç kadın beni bir daha aramadı.
Çünkü ben 70 yaşında olduğumu söylemiştim.

Eminim onun için benim kaç yaşında olduğum önemli değildi. Zira o beni tanıyordu.
Ama tavsiye ettiği kişi ve kuruluşlar için 70 yaşında olmam önemliydi.

Halbuki diplomat dostum sevgili Varol Özkoçak bir gün bana, "FAO'da dokümantasyondan sorumlu çok hoş bir hanım var. 70 yaşlarında. Onu gördükçe sizi hatırlıyorum. O yaşlara geldiğinizde size de çok yakışacak bu meslek" demişti.

Ve ben, 70 yaşına gelmeyi biraz da FAO'daki hanım gibi olmak için beklemiştim.

***
Çalışma hayatının en güzel tarafı ahenk içinde çalışmaktır. Gün boyu beraber olduğunuz kişilerle kurduğunuz dostluklar insanda "çalışma sevinci" yaratır.

Ben UNICEF'te bunu dorukta yaşadım. Özellikle bir masanın etrafında toplu olarak yediğimiz öğle yemeklerini bugün hasretle anıyorum.

***
1993'den 1999'a kadar yalnız UNICEF için çalıştım.

Sevinç, 2000 ve 2001 yıllarında da beni çağırdı.

Çok arzu etmeme rağmen kireçlenmiş bacaklarım yüzünden gidemedim.

Çünkü UNICEF Türkiye Milli Komitesi'nin işyeri, Çankaya'da, Abdullah Cevdet Sokak'taki 20 numaralı Apartmanın asansörsüz beşinci katındaydı.

Sevinç'e, her "gel" deyişinde, "UNICEF'i giriş katındaki bir binaya taşı, ne zaman istersen gelirim" derdim.

***
İstanbul'a yerleşmek üzere geldiğim 1983 yılından bu yana emek verdiğim kuruluşlar içinde UNICEF'in özel bir yeri olduğunu söylemek isterim.

Tabii bu özellik Genel Müdür Sevinç Karasapan Soysal'la sınırlı değil.

Duygu Aksoy, Ayşegül Acarer Ada ve Selda Paydak başta olmak üzere tüm UNICEF çalışanlarının yarattığı saygı ve sevgi dolu ortamın bu özellikte büyük payı var.

Onlara ne kadar teşekkür etsem az.

O yıllarda bilgisayar yeni çıkmıştı.
Ve ben kullanmasını bilmiyordum.
Selda Paydak bu konuda bana çok yardımcı oldu.

***
Ben bu yazıyı yazdığım 1999 yılından bugüne köprülerin altından çok sular geçti.
Artık UNICEF’te başkaları çalışıyor. Olsun. Eski dostlar kalbimdeki yerlerini hâlâ koruyorlar.

***
UNICEF’in arşivini düzenlerken; adı, “İlk Gün Kartı” olan bir dosya elime geçti.
Dosyanın içinde sadece bir tane örnek vardı. Kartın arkasında, yedi yaşındaki Çekoslavakyalı bir kız çocuğu olan Jitka Samkova’nın savaştan harap olmuş köyüne yardım elini uzatmış UNICEF’e kendi yaptığı bir resimle teşekkür ettiği ve UNICEF’in bu resimden önce afiş yaptığı, 1949 yılında da UNICEF kartı olarak bastığı yazılıyordu.

Doğal olarak bu karta sahip olmak istedim. Ama ne yazık ki diğer satışa sunulan kartlar arasında yoktu. Çünkü ilk baskısından sonra tekrarlanmamıştı.

Hemen UNICEF Türkiye Milli Komitesi Genel Müdürü Seviç Karasapan Soysal’a bir dilekçe verdim ve bir UNICEF kartı tüketicisi olarak bu karttan istediğimi bildirdim. Genel Müdür de benim dilekçemi UNICEF’in Cenevre Ofisine gönderdi ve “İlk Kart” yeniden basıldı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder