Arsayı aldıktan tam üç yıl sonra evin temelini atabildim. Bu üç yıl zarfında her Bodrum'a gidişimde eski dostları buldum, yeni dostlar edindim.
Cevdet Kudret bey ile eşi İhsan'ı Ankara'dan tanıyordum.
İhsan, Gülten'in (Akbay) arkadaşıydı. Uzun yıllar Kara Yolları Genel Müdürlüğü'nde beraber çalışmışlardı. Biri Orhan Mersinli’nin diğeri Daniş Koper’in sekreteriydi.
Bodrum'a yerleşmişlerdi. Bodrum'un en güzel, en temiz ve en manzaralı koyu olan Paşa Tarlası'nda ev yapıyorlardı.
Cevdet Kudret bey, 7 Şubat 1907’de istanbul’da doğmuş.
İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. Ama ömrünü edebiyata adamış, ders kitapları yazmış, liselerde edebiyat öğretmenliği yapmış.
Yedi Meşale hareketinin içinde yer almış, “Sınıf Arkadaşları”, “Havada Bulut Yok”, “Karıncayı Tanırsınız”, “Karagöz”, “Orta Oyunu”, “Kalemin Ucu”, “Dede Korkut Hikayeleri”, “Divan Şiirinde 3 Büyükler”, “Halk Şiirinde 3 Büyükler” gibi dev eserler vermiş müstesna bir insandı.
Evet, Cevdet Kudret bey gerçekten müstesna bir insandı.
Araştırmacı bir yazar olduğu için Bodrum’un kendisine dar geldiğini söylerdi. Nitekim, sonunda, İstanbul’a yerleştiler.
Onları Rumeli Hisarı’ndaki evlerinde ziyaret ettiğim gün beni apartmanın dışında bir yere götürdü. Tüm kitaplarını oraya yerleştirmişti. O gün orada bir şeyler konuşmuştuk. Tabii hüzünlü şeyler. Hepimizin ortak derdiydi. Benden sonra ne olacak?
Cevdet Kudret bey 10 Temmuz 1992 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam Ayşe, daha babası yaşarken, kitaplarını bir üniversiteye bağışladı.
Aile, her yıl Cevdet Kudret bey adına değişik türde edebiyat ödülü veriyor.
***
Suzan (Acar) Tammer’i de Bodrum'da tanıdım.
Suzan, Özgen Acar'la evliyli o yıllarda. Her ikisi de Aktur'da çalışıyordu. Özgen Müdür, Suzan Sekreter'di.
Cevdet Kudret bey ile eşi İhsan'ı Ankara'dan tanıyordum.
İhsan, Gülten'in (Akbay) arkadaşıydı. Uzun yıllar Kara Yolları Genel Müdürlüğü'nde beraber çalışmışlardı. Biri Orhan Mersinli’nin diğeri Daniş Koper’in sekreteriydi.
Bodrum'a yerleşmişlerdi. Bodrum'un en güzel, en temiz ve en manzaralı koyu olan Paşa Tarlası'nda ev yapıyorlardı.
Cevdet Kudret bey, 7 Şubat 1907’de istanbul’da doğmuş.
İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş. Ama ömrünü edebiyata adamış, ders kitapları yazmış, liselerde edebiyat öğretmenliği yapmış.
Yedi Meşale hareketinin içinde yer almış, “Sınıf Arkadaşları”, “Havada Bulut Yok”, “Karıncayı Tanırsınız”, “Karagöz”, “Orta Oyunu”, “Kalemin Ucu”, “Dede Korkut Hikayeleri”, “Divan Şiirinde 3 Büyükler”, “Halk Şiirinde 3 Büyükler” gibi dev eserler vermiş müstesna bir insandı.
Evet, Cevdet Kudret bey gerçekten müstesna bir insandı.
Araştırmacı bir yazar olduğu için Bodrum’un kendisine dar geldiğini söylerdi. Nitekim, sonunda, İstanbul’a yerleştiler.
Onları Rumeli Hisarı’ndaki evlerinde ziyaret ettiğim gün beni apartmanın dışında bir yere götürdü. Tüm kitaplarını oraya yerleştirmişti. O gün orada bir şeyler konuşmuştuk. Tabii hüzünlü şeyler. Hepimizin ortak derdiydi. Benden sonra ne olacak?
Cevdet Kudret bey 10 Temmuz 1992 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam Ayşe, daha babası yaşarken, kitaplarını bir üniversiteye bağışladı.
Aile, her yıl Cevdet Kudret bey adına değişik türde edebiyat ödülü veriyor.
***
Suzan (Acar) Tammer’i de Bodrum'da tanıdım.
Suzan, Özgen Acar'la evliyli o yıllarda. Her ikisi de Aktur'da çalışıyordu. Özgen Müdür, Suzan Sekreter'di.
Aktur her ikisine de çok şey borçludur.
Özgen'e, "Beşiktaş'tan Üsküdar'a geçerken, motorun kaptanından rica ederim. Yanında ayakta durur, Fethi Paşa Korusu'ndaki Erguvanları seyrederim" diye yazmıştım bir tarihte. Cevabında, "Erguvan'ın anavatanı Bodrum Yarımadasıdır. Doğal yetişmiş olarak topu topu bir tane kalmıştı. Torba yolundan ana yola çıkarken tam karşıdaydı. Sonra bizim fidanlıkta çoğalttırmıştım" demişti.
Evet, Aktur'da bir fidanlık kurmuşlar ve o fidanlıkta yetiştirdikleriyle Aktur'u bugünkü doğasına kavuşturmuşlardı.
Suzan beni çok insanla tanıştırmıştır Bodrum'da. Saymakla bitmez. Diyebilirim ki Suzan vasıtasıyla Bodrum'u tanıdım. Bodrum da beni.
Örneğin, Haşim Birkan.
Haşim bey çok zarif bir beydi.
Evliydi ve sevgilileri vardı.
Örneğin, Madame Bleda.
Madame Bleda Fransızdı.
Diğeri, Kontes.
Kontes İtalyandı.
Kontes, yılda bir iki defa gelir, bir süre kalır sonra giderdi. Ama Madame Bleda Bodrum'da yaşıyordu.
Madame Bleda'nın evi, Azmakbaşı'nda denizin kenarındadır.
Her evin bir öyküsü vardır ve o üykünün bir de anlatıcısı.
Ben böyle öykülere meraklı olduığum için kendim gibi meraklısını her zaman bulmuşumdur.
Örneğin, Muazzez Ata.
Bodrumluların çok iyi bildiği gibi Muazzez Ata emekli bir öğretmendir. Aynı zamanda bir Cumhuriyet Kızı’dır.
Muazzez Ata’nın birçok özelliği vardır. Mesela, hiçbir zaman kendi bildikleri ile yetinmez. Araştırır. Bilgisine güvendiği insanlara sorar. Aldığı yeni bilgileri bana aktarır. Böylece anılarımın zenginleşmesine yardımcı olur.
Örneğin, o evin ilk sahibinin Safiye öğretmen olduğunu, Yurdagül adında deniz subayı bir kızı olduğunu sevgili komşum Gülören Sır'dan öğrendikten sonra Muazzez öğretmene bu konuda neler bildiğini sordum. Muazzez öğretmen her zamanki titizliği ile araştırma yapmaya başladı ve doğru adresi buldu. Doğru adres Emin Kılavuz’du.
Emin Kılavuz’u dinliyoruz: “Safiye Ünlü, Akçaalan’da (Turgutreis'in eski adı) ilkokul öğretmenimdi. Bizim kopuk düğmelerimizi, yırtıklarımızı dikerdi. O yıllarda 25 – 30 yaşlarındaydı. Fethiye, (Kaya Köyü’nde) ve 2. Okul, (Cumhuriyet Okulu’nda) öğretmenlik yaptı. Merkez Turgutreis okulundan da emekli oldu. Üç kızı vardı. Şükran, Emel, Yurdagül. Şükran, okul arkadaşımdı. Demirci Kemal Ünlü ile evlendi. Doğum yaparken öldü. Emel, bir süre Almanya’da yaşadı. Yurdagül, deniz subayı idi. Deniz Harp Okulu’nda öğretmenlik yaptı. Safiye öğretmen Halil Ünlü ile evliydi. Halil, hem sünger hem balık avlardı. Kuşadası’ndaki gemi yanaşma iskelesi yapılırken dalgıç olarak çalıştı.“
Safiye öğretmen, Numune Kız Mektebi Muallimi imiş. Kurslar görerek öğretmen olduğu tahmin ediliyor.
Mübadele ile İstanköy’den geldiğinde kendisine üç ev verildiği söyleniyor. Biri Azmakbaşı’ndaki ev, diğeri Sadun Bora’nın şimdi oturduğu evin ön tarafında, cadde üzerindeki küçük ev, üçüncüsünün nerede olduğu bilinmiyor. Yalnız bu üç evden ikisini kendi parası ile satın almış olabileceği de tahminler arasında.
(Bu fotoğraf, tabii ki Safiye öğretmene verilen Azmakbaşı'ndaki evin o günkü hali değil. Aksine pek çok el değiştirmiş bugünkü hali. Eğer bir gün o ilk halinin fotoğrafını bulabilirsem, onu da bunun yanına koyacağım).
Safiye öğretmen, kızı Yurdagül ile birlikte Heybeliada’daki mezarlıkta yatıyormuş.
Muazzez öğretmen, “enstitülerden mezun olan öğrenciler bir süre köylerde çalıştıktan sonra Bodrum merkez okullarında görev yaptılar. Örneğin, Emin Kılavuz, Mehmet Uslu, Mehmet Ceylan, Mustafa Karabıyık benim bildiklerim. Belki daha çok öğrenci köy enstitülerine gitmiş olabilir” diyor.
Muazze Ata, “Safiye öğretmen, Bodrum merkezde çalışırken Osman Nuri Bilgin”i de okutmuştur. Osman Nuri Bilgin daha sonra merkez Turgutreis okulunda öğretmenlik, müdürlük ve ilçe milli eğitim memurluğu da yapmıştır” diye ek bilgiler veriyor.
1924 doğumlu Muazzez Ata’nın ve 1926 doğumlu Emin Kılavuz”un verdiği bu bilgilerin Bodrum tarihi için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Keşke herkes böyle duyarlı olabilse. Belleklerindeki bu çok değerli bilgileri yazıya dökebilse, bilmeyenleri bilgilendirse, yaşayanların ya da göçmüş olanların adlarını ebedileştirse.
Emin Kılavuz, anlattıklarının dışında bir de fotoğraf verdi.
1939’da böyle bir fotoğrafın çekilmiş olması, titizlikle saklanmış olması, anılarımda kullanmama müsaade verilmiş olması her türlü övgünün üzerindedir.
Muazzez öğretmen Hüsnü Türkeş'in çok çalışkan ve çok başarılı bir öğretmen olduğunu söylüyor.
Ben, Hüsnü Türkeş'i tanımadım. Ama oğlu Ünal Türkeş'i tanıdım. Yarımada Gazetesi'ne yazı yazdığım yıllarda (2004 - 2008) Muğla Gazeteciler Cemiyeti Başkanı idi.
Ödül törenlerinde birlikte olduk. Kapıda karşılar, gece boyunca yanımızdan ayrılmaz, çok güzel ağırlardı.
***
Azmakbaşı’ndaki o güzel evin öyküsü tabii ki bu kadar değil. Ama biz bu kadarla yetinelim ve Madame Bleda ve evi ile yolumuza devam edelim.
Madame Bleda ile az da olsa ahbaplığım oldu. Birkaç defa da evine gittim. Evin aksesuarlarını Haşim bey İtalya’dan getirmişti. Özellikle iç camlar, kapı tokmakları ve merdiven babaları kristaldi. Bir de, alt katta deniz tarafında yemek odası olarak kullanılan yerde çinili bir şömine vardı.
O evi kendi evim kadar çok beğenirdim.
Sonra o evi Türk Kablo’nun sahiplerinden Vahdettin Doğan satın aldı. Ben o günlerde inşaatı bitirmiş, evime taşınmıştım. Vahdettin bey bana güle güle oturuna geldiği bir gün, duvar komşusu çorbacının sabahın dördünde işkembe kıydığını, tıkırtısından uyuyamadığını söylemişti.
Tabii üzülmüştüm. Ve Turizm Bürosu elemanlarından Emine Çam'a, "böyle evlerin bitişiğine açılacak dükkanlara ruhsat vermeden önce biraz düşünmek lazım" demiştim. Demesine demiştim ama bir etkisi de olmamıştı.
Vahdettin bey, bu koşullarda o evde oturmak istemedi. Bodrum’un çıkışında Samara Oteli’ni yaptı ve orada oturdu. Bu güzel evi de satılığa çıkardı.
Ev uzun yıllar satılmadı. Ve o güzel ev, iç ve dış mimarisine hiç yakışmayan kimseler tarafından ve amacının dışıda kullanıldı. Gelip geçerken içim acırdı.
Madame Bleda evi sattıktan sonra bir süre Demir Sitesi’nde oturdu. Sonra Paris’e döndü ve orada öldü.
***
Haşim beyin Yat Limanı tarafında, büyük bir bahçe içinde, iki küçük Bodrum evinden oluşan bir dünyası vardı. Suzan, beni bir akşam üzeri götürmüştü. Hayran olmuştum. Hem Haşim beye, hem eve, hem de bahçeye.
Karabiber ağacını ilk kez o bahçede görmüştüm.
Hani insan bir arsa veya bir ev alacağı zaman ya denizin kenarında, ya da deniz manzaralı olmasını arzu eder ya. Ben, o akşamüzeri, Haşim beyin bahçesinde otururken, bu arzunun ne kadar anlamsız olduğunu düşündüm. Ne evin ne de bahçenin deniz manzarası vardı. Yeşillikler içinde olmak insana yetiyordu.
***
Haşim bey öldükten çok sonra, o iki evden birini Anatolia Halı Mağazası'nın sahibi Ercan Açıkel aldı. Ben çok sevindim. O eve gene gidebilecektim.
Haşim bey başka bir dünyanın, Ercan başka bir dünyanın insanıydı. Ama inanılmaz bir şekilde zevkleri örtüştü. Ercan, öncelikle büyük bahçenin etrafını çok yüksek duvarla çevirdi. Muhteşem bir kapı yaptırdı. Girişin tabanını yol halısı gibi çakıl taşları ile döşetti. Bahçenin ortasına yemekten önce soluk alınacak bir oturma alanı yaptırdı.
Ercan, bugün; hem evi, hem bahçeyi Haşim beye layık bir şekilde yaşatıyor. Garsonlu akşam yemekleri veriyor. Şık sofralarda misafirlerini ağırlıyor.
***
Hemen hergün, evden çarşıya giderken veya çarşıdan eve dönerken, bir bey görürdüm. Ayağında açık renk bir pantolon, üzerinde yakasız bir gömlek, başında beyaz keten bir şapka, omuzunda kumaştan yapılmış askılı bir çanta.
Kim olduğunu bilmezdim. Zarif bir beydi. İlgimi çekerdi. Nasıl tanıştık hatırlamıyorum Çok iyi dost olduk. Ben inşaat yapıyordum. Merakla evin bitmesini bekliyordu. Ama ne yazık ki ev bittiğinde hayatta değildi.
Fatma Mansur’la evli olan Münir Coşar, Haşim Birkan'ın da yakın akrabasıydı.
Dr. Fatma Mansur Coşar, ODTÜ'de Kamu Yönetimi Bölümü öğretim üyeliği yapmış, siyaset bilimi dersleri vermiş, genç yaşta emekli olmuş, Bodrum'a yerlemiş çok özel bir insandı.
Nasıl tanıştığımızı hatırlamıyorum ama güzel bir dostluğum oldu. Bilgili ve görgülü bir kadındı. Çok güzel sofrası vardı.
Erkek kardeşi çok ilgilenirdi. Cem Mansur'un halasıydı.
Çevresi doğal olarak çok genişti. Bazı misafirleri geleceği zaman beni de çağırdı.
London School of Economics’ten lisansını, Harvard Üniversitesi'nden doktorasını almış, Türkçe, İngilizce ve Fransızca'nın yanında İspanyolca, İtalyanca ve Rumca da biliyordu.
Çok kitap yazdı. Özellikle Bodrum üzerine çok çalışmalar yaptı. Sönmez Taner, "Bodrum Ege’de Bir Kasaba" adlı kitabını Türkçeye çevirmiş ve Deniz Ticaret Odası tarafından yayınlanmıştı.
***
Bodrum'da insanların birbirleriyle tanışması için ille de birilerinin aracı olması gerekmezdi. Bu kendiliğinden olurdu.
Örneğin, yolda giderken, pazarda dolaşırken, Raşit'in kahvesinde otururken, bir lokantada yemek yerken.
Bugünkü gibi kalabalık olmayan Bodrum'da yeni gelenler hemen dikkat çekerdi. Özellikle büyük şehirlerden gelenlerle bir göz aşinalığı olurdu, tanışıklık olmasa bile.
Ramazan ve Hasan Subaşı'nın Körfez Lokantası, Liman'da, denizin kenarındaydı. İnşaat başladıktan sonra bazı hafta sonları Bodrum'a gittiğimde öğle yemeğini orada yerdim. Aslında şık bir lokanta değildi ama şık insanlar gelirdi.
İşte o günlerin birinde, karşımdaki masada benim gibi tek başına yemek yiyen bir hanımla önce bakıştık, sonra gülüştük, daha sonra da masadan masaya konuştuk. Ve aynı gün çay saatinde onun evinde buluştuk.
Şükran Artunkal'ı böyle tanıdım.
Çevresi doğal olarak çok genişti. Bazı misafirleri geleceği zaman beni de çağırdı.
London School of Economics’ten lisansını, Harvard Üniversitesi'nden doktorasını almış, Türkçe, İngilizce ve Fransızca'nın yanında İspanyolca, İtalyanca ve Rumca da biliyordu.
Çok kitap yazdı. Özellikle Bodrum üzerine çok çalışmalar yaptı. Sönmez Taner, "Bodrum Ege’de Bir Kasaba" adlı kitabını Türkçeye çevirmiş ve Deniz Ticaret Odası tarafından yayınlanmıştı.
***
Bodrum'da insanların birbirleriyle tanışması için ille de birilerinin aracı olması gerekmezdi. Bu kendiliğinden olurdu.
Örneğin, yolda giderken, pazarda dolaşırken, Raşit'in kahvesinde otururken, bir lokantada yemek yerken.
Bugünkü gibi kalabalık olmayan Bodrum'da yeni gelenler hemen dikkat çekerdi. Özellikle büyük şehirlerden gelenlerle bir göz aşinalığı olurdu, tanışıklık olmasa bile.
Ramazan ve Hasan Subaşı'nın Körfez Lokantası, Liman'da, denizin kenarındaydı. İnşaat başladıktan sonra bazı hafta sonları Bodrum'a gittiğimde öğle yemeğini orada yerdim. Aslında şık bir lokanta değildi ama şık insanlar gelirdi.
İşte o günlerin birinde, karşımdaki masada benim gibi tek başına yemek yiyen bir hanımla önce bakıştık, sonra gülüştük, daha sonra da masadan masaya konuştuk. Ve aynı gün çay saatinde onun evinde buluştuk.
Şükran Artunkal'ı böyle tanıdım.
Şükran (Artunkal) teyze ile o karşılaşmanız gözümde o kadar net canlanıyor ki... Sanki oradaydım. Bu canlanma hem neşelendriyor beni hem de fena halde gözlerimi yaşartıyor.
YanıtlaSilBiliyorsun Yaprak'cığım o çay daveti yalnız Şükran ile dostluğumuzun başlangıcı olmadı, aynı zamanda anneannen Devlet (İzbudak) ve annen Sema (Aydınelli) ile tanışmamıza da vesile oldu. Bazı anılar bizi güldürürken ağlatır. Galiba güzel tarafı da budur.
YanıtlaSilİyi ki oldu....
YanıtlaSil