CENTO kapandıktan sonra bir süre çalışmadım. Çünkü Bodrum'da ev yapıyordum.
Mayıs 1981'de ev bitti.
Niyetim yarı yıl Ankara'da, yarı yıl Bodrum'da oturmaktı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. İnşaat uzun sürmüştü. Param bitmişti. Emekli maaşı ile geçinmek zorlaşmıştı.
Kasım 1981'de Ankara'ya döndüm. İş aramaya başladım. Arayıp da ne yaptım? Etrafıma, zarif bir şekilde, iş aradığımı duyurdum.
***
***
Derken günlerden birgün Nazmi Akıman telefon etti.
Nazmi bey CENTO'da Genel Sekreter'in Politik ve İdari İşler Yardımcısıydı. Görev süresi bitince tekrar Dışişleri Bakanlığı'na dönmüştü.
Nazmi bey CENTO'da Genel Sekreter'in Politik ve İdari İşler Yardımcısıydı. Görev süresi bitince tekrar Dışişleri Bakanlığı'na dönmüştü.
O günlerin güncel konusu, İngiltere'deki British Information Center gibi bir merkez kurmaktı. Bu merkezin evrak kısmını ben yönlendirecektim.
Böyle bir teklif beni çok onurlandırdı. Uzun yıllar, tam 21 yıl, CENTO gibi uluslararası bir kuruluşta çalışmıştım. Şimdi "devlet" için çalışacaktım.
Bunu gerçekten istiyordum.
***
***
Nazmi beyin telefonundan birkaç gün önce Amerikan Büyükelçiliği'nden bir davet almıştım.
Hem de büyükelçiliklerin işi yavaşlattıkları, kimselere randevu vermedikleri, Christmas ile New Year arasındaki hafta içinde.
Hem de büyükelçiliklerin işi yavaşlattıkları, kimselere randevu vermedikleri, Christmas ile New Year arasındaki hafta içinde.
Muhasebede boş bir yer vardı. Bayan Personel Müdürü, CENTO'daki görevlerimi sıraladığım kağıda bakarak "onları yapan bunları da yapar" varsayımıyla ısrar ediyor, ben de aynı ısrarla, "hiç bilmediğim bir konuda çalışamam " diyordum. Ama o bana inanmıyor, " tekrar görüşelim" diyordu.
***
***
O günlerde Nazmi bey bana kati bir tarih veremiyordu. "Bu Çarşamba toplanacağız" diyordu. O Çarşamba ya toplanamıyorlardı ya da toplansalar bile karar alamıyorlardı.
Ben de, "efendim ben kökü derinlerde olan ağaçlara benzerim. Eğer Amerikan Büyükelçiliği'nde çalışmaya başlarsam oradan kopup gelemem" diyordum.
Nazmi bey de, "gelecek Perşembe kesin" diyordu.
Ve günler geçiyordu.
***
***
Bir gün beynimde şimşekler çaktı. Ben SSK emeklisiydim. Nasıl ki Dışişleri Bakanlığı beni alamadıysa burası da beni alamayacaktı.
Randevu aldım. Kamuran Gürün'e gittim.
Kamuran bey Dışişleri Bakanlığı'nda Müsteşardı ve aynı zamanda bu merkezin kuruluş aşamasındaki toplantılarına katılıyordu.
Beni çok iyi tanıyordu. Çünkü Genel Sekreter olarak CENTO'da görev yapmıştı.
Beni çok iyi tanıyordu. Çünkü Genel Sekreter olarak CENTO'da görev yapmıştı.
Kamuran beye, "efendim ben SSK emeklisiyim, boşuna bekliyor olabilirim" dedim.
Kamuran bey hemen Devlet Bakanı İlhan Öztrak'a telefon etti. Çünkü kurulacak bu merkez İlhan Öztrak'a bağlı olacaktı.
İlhan bey, "Olcay hanımı gönder bana" dedi.
Gittim.
***
***
İlhan beyin odasına bir beyle beraber girdim. Bu bey Personel Müdürü Saffet Arıkan Bedük'tü. (Bu çok isimli bey sonra emniyet müdürü, vali, millet vekili, galiba bakan da oldu.)
İlhan bey benim durumumu Personel Müdürü'ne anlattı. Personel Müdürü, SSK emeklisi olmamın bir mahzur teşkil etmeyeceğini çünkü bilmem kaç sayılı yasa gereği çalışabileceğimi söyledi. Bu yasa “Temininde zorluk çekilen personel” için çıkartılmıştı.
Ben bu kanundan yararlanabilecektim.
Ben bu kanundan yararlanabilecektim.
İlhan bey çok sevindi. "Endişelenmenize gerek yok" dedi.
Ama ben hep endişelendim.
***
***
Bu Çarşamba, öbür Perşembe bekleyişi hep sürdü.
Kış bitti.
Yaz geldi.
Ben gene Bodrum'a gittim.
Kış bitti.
Yaz geldi.
Ben gene Bodrum'a gittim.
Emekli maaşım 17 liraydı. Ayda mı 17, yoksa üç ayda mı 17?
Hatırlamıyorum.
Hatırlamıyorum.
Hatırladığım en kısa zamanda bir işe girip çalışmak zorunda olduğumdu.
***
***
Sekiz ay sonra beklenen telefon geldi.
Başbakanlık Tanıtma Müsteşarlığı adıyla oluşan bu kuruluşun çalışma yeri Dışişleri Bakanlığı'nın içindeki iki odadan ibaretti.
Bir odada Müsteşar, diğer odada Müsteşar'ın sekreteri ve ben oturacaktık.
Bir odada Müsteşar, diğer odada Müsteşar'ın sekreteri ve ben oturacaktık.
İşe başladığım gün Müsteşar bey Kadro Çizelgesi'ni açtı. "Buradan kendinize bir yer beğenin" dedi.
"Şöyle ortalarda bir yer olsun" dedim.
Müdür kadrosunun aylığı 40 liraydı. Elime 25 lira geçecekti.
Yalnız bu çok sorumlu görevin aylığı devletin vereceği 25 lira ile sınırlı olmayacaktı.
Devlet "subvanse" edecekti.
Devlet "subvanse" edecekti.
Nazmi bey böyle söylüyordu.
***
***
Bir süre sonra, Kavaklıdere'de Gülbahçesi'nin hemen yanındaki binaya taşındık. Ankaralılar o binayı küçük Dişişleri Bakanlığı olarak bilirler.
Kuruluş halinde olduğumuz için gerekli personel yavaş yavaş belirleniyordu.
Müsteşar Büyükelçi, Yardımcısı Başkonsolostu. Her ikisini de Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştığım yıllardan tanıyordum.
Basın Yayın Genel Müdürlüğü iki eleman vermişti. Değerli insanlardı.
Benim sekreterim PTT‘nin bir elemanıydı.
Bir de Personel Müdürümüz vardı.
***
Bir de Personel Müdürümüz vardı.
***
İkinci ayın biri oldu. Herkesin maaşı geldi. Benim maaşım gelmedi.
Üçüncü ayın biri oldu. Herkesin maaşı geldi. Benim maaşım gelmedi.
Dördüncü ayın biri oldu. Herkesin maaşı geldi. Benim maaşım gelmedi.
***
***
Her ne kadar Saffet Arıkan Bedük SSK emeklisi olmamın bir mahzur teşkil etmeyeceğini söylediyse de ve İlhan Öztrak buna çok sevindiyse de işin doğrusunu SSK’daki memur biliyordu.
Nitekim Sevgili Pulat Tacar da işin doğrusunu bilen SSK memurunun “çalışamaz” fetvası üzerine, beni Ekim 1979’da Dışişleri Bakanlığı’na alamamıştı.
Benim endişelerimde ne kadar haklı olduğum hep doğrulandı.
***
***
Maaşım ancak yedinci ayın sonunda geldi. Birikmiş olarak 175 lira verdiler.
Hani subvanse edilecekti ?
Bunu müsteşar beyin yardımcısı başkonsolos beye söylediğimde, “yani sen müşteşardan daha mı çok maaş alacaktın, olur mu hiç öyle şey” dedi.
Aslında olurdu ama Türkiye’de olmuyordu.
***
***
Kamuran Gürün o günlerde emekli olmuş, özel sektöre geçmişti.
Randevu aldım. Gittim.
Durumu onu üzmeyecek şekilde özetledim. İstifa etmeye kararlı olduğumu, artık devlet için çalışmak istemediğimi, İstanbul’a dönmeyi düşündüğümü söyledim.
Hemen kendini suçladı. "Başınıza iş açtım” dedi.
Arkasından da Şarık Tara’ya, kendisinin ismini kullanarak, bir mektup göndermemi ve CV eklemeyi de unutmamamı söyledi.
Ben Kamuran beyi gençlik yıllarından tanıyordum. Ama o beni CENTO’ya Genel Sekreter olduktan sonra tanıdı. Sevdiğim, saydığım, çok beğendiğim, hatta hayranlık duyduğum bir beyefendiydi.
***
***
O günlerden hatırladığım tek güzel şey Sedef İlkan'dır.
Bir Büyükelçi kızı olan Sedef hanım Müsteşar beyin sekreteriydi. Sonra Büyükelçi Selçuk Tarlan'la evlendi.
Sedef hanım, akşam üzeri odama gelir beraber çıkardık.
Önce oturduğum odanın kapısından, sonra asansörün giriş ve çıkış kapılarından, daha sonra binanın iç ve dış kapılarından geçerdik. Bu kapılardan geçerken Sedef hanım hiç önümden yürümedi. Hep bana öncelik verdi. Bunu ara - sıra yapmadı. Bunu her zaman yaptı.
Sedef hanımın bu davranışını vurgulamamıın nedeni İstanbul”un özel sektöründe çalışmaya başladığım zaman, ki ben buna sudan çıkmış balığa döndüğüm zaman diyorum, hiç Sedef hanım gibi davranan birine rastlamadığım içindir.
***
***
Tabii o günlere dair anlatacak çok şey var. Ama ben sadece ikisini anlatacağım.
Birincisi dramatik.
Genel Kurmay'dan üzerinde bol miktarda kırmızı balmumu bulunan çok gizli bir zarf gelmişti.
Zarfı getiren asker kurye, benden kapalı zarfı olduğu gibi Müsteşar beye vermemi bekliyordu.
Halbuki ben zarfı açmış, yazıyı okumaya başlamıştım bile.
Çünkü önce okuyacak, konusunu saptayacak, kodunu verecek, kaydını yapacak ve ondan sonra Müsteşar beye ilgili dosyasıyla beraber sunacaktım.
Halbuki ben zarfı açmış, yazıyı okumaya başlamıştım bile.
Çünkü önce okuyacak, konusunu saptayacak, kodunu verecek, kaydını yapacak ve ondan sonra Müsteşar beye ilgili dosyasıyla beraber sunacaktım.
Tabii asker kurye bunları nereden bilsin. Genel Kurmay’a gidince durumu Generaline bildirmiş. General, Müsteşar beye telefon etmiş. Müsteşar bey de gelen zarfları açma yetkim olduğunu söylemiş.
Çünkü işe başladığım gün, Müsteşar beye hangi zarfları açacağımı, hangi zarfları açmadan kendisine vereceğimi sormuş ve talimatını almıştım.
***
***
İkincis trajikomik.
Sabahları işe havanın durumuna göre ya Aquascutum mantomla ya da astragan kürkümle gidiyordum. Başımda da, genelde, vizon şapkam oluyordu.
Bu kadar şık ve pahalı giyinen bir hanım olmama karşın işe yürüyerek gidiyordum.
Nedeni, devlet bana maaş vermiyordu.
Öyleyse niçin daha sade giyinmiyordum.
Çünkü, “insanlar kıyafetleriyle kabul, liyakatleriyle takdir olunur” sözündeki liyakat hiç önemsenmediği için kıyafet önem kazanıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder