8 Nisan 2010 Perşembe

25.3.4.4 LONDRA - 1968 (DIŞİŞLERİ BAKANLARI TOPLANTISI)

CENTO Bakanlar Konseyi Toplantısı 1967 yılında Londra'da yapılacaktı. Ben, Registry'ye geleli sadece dört ay olmuştu. Mr. Vittery, deneyim sahibi olmam için bu toplantıya beni götürmek istiyordu. Fakat ne olduysa oldu, birileri birilerini kayırdı, ben gidemedim, başkası gitti.

Heyetin Londra'ya vardığı gün toplantı ertesi yıla tehir edildi.

Aynı gün geri döndüler.

***
1968 yılında, toplantı gene Londra'da yapıldı. Mr.Vittery ile beraber gittik.

Lancaster House karargahımızdı.

Lancaster House 1825'de Duke of York tarafından yaptırılmış. 1848'de Chopin, bu binanın Müzik Odası'nda, Queen Victoria için çalmış.

***
Piccadilly üzerindeki Park Lane Oteli'nde kalıyorduk. Her sabah, Green Park'ı geçerek Lancaster House'a gidiyordum. Yemyeşil çimler, asırlık ağaçlar, çiçekler, kuşlar ve ben. Bir de sabahın o saatinde köpeklerini gezdiren İngilizler.

Lancaster House güzel bir binaydı. Büyük kapıdan içeri girince geniş bir antresi vardı. Antrenin her iki yanından yukarı kata medivenle çıkılırdı.

Toplantı başlamadan iki gün önce, bu merdivenlerin arasındaki boşluk değişik renk ve çeşitte çiçeklerle süslenirdi. Seyretmeye doyamazdım.

***
Toplantı sabahı dış kapıda Şeref Kıtası yerini alır, beş üye ülkenin delegasyon başkanları, yani Dışişleri Bakanları, askeri törenle karşılanırdı.

Önce, CENTO Genel Sekreteri, sonra alfabetik sıraya göre İran, Pakistan, Türkiye, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nin Dışişleri Bakanları beşer dakika ara ile gelirdi.

Toplantı hangi ülkede yapılıyorsa, o ülkenin Dışişleri Bakanı, ev sahibi olduğu için en son gelirdi.

***
Toplantının ilk günü her şey yolunda gitti. Ertesi sabah dağıtmakla yükümlü olduğumuz tutanak, Political Secretary ve ekibi tarafından, sorunsuz hazırlanıyordu. Saat 17.00 civarında Mr. Vittery, Registry'yi bana emanet ederek, gitti. Çünkü ailesini de Londra'ya getirmişti. Bütün gün otelde oturan karısını ve çocuğunu biraz gezdirmek istiyordu.

Saatler ilerledikçe, işler sarpa sardı. Tutanak bir türlü ilerlemiyordu. Kelimeler, anlamlar, yeni öneriler, eski ifadeler uçuşuyor ama hiçbiri yerli yerine oturmuyordu.

Bu durum sabaha dek sürdü.

Herkesin işi bittikten sonra Registry'nin işi başlardı. Political Sekretery, düzeltmeleri yapılmış, basıma hazır hale gelmiş stencil'ları (mumlu kağıtları) bana teslim ederdi. Ben, önce mumlu kağıtların CENTO'nun yazım kurallarına uygun olarak yazılıp yazılmadığına bakardım. Sonra, Duplicator Operator, benim nezaretimde, mumlu kağıtları Gestetner makinede çoğaltırdı. Ben çekilen sayfaları kontrol ederdim. Sonra Duplicator Operator bu sayfaları toplar ve zımbalardı.

Ben, dokümanların üzerine numaratör ile sayı basardım. Çünkü bu dokümanlar bazen "Gizli" bazen "Çok Gizli" olurdu. Daha sonra onları delegelere ve üye ülkelerin büyükelçiliklerine dağıtabilmek için bir zabıt hazırlardım.

Her üye ülke önceden bildirdiği sayıdaki dokümanı imza karşılığı alırdı. Bu nedenle, zabıtları çok dikkatli hazırlamak gerekirdi. Doğal olarak bu işlemler uzun sürerdi.

Ertesi sabah delegelere dağıtılacak dokümanları ve CENTO'nun dosyalarında ve arşivinde saklanacak olan kopyaları şifreli dolaplara koyduktan ve kilidi iyice kontrol ettikten sonra çalışma yerini terkederdim.

***
Tüm bu işleri ancak sabah sekizde bitirebildim. Bir koşu otele gittim. Duşumu yaptım. Üstümü değiştirdim. Kahvaltı etmeden tekrar Lancaster House'a geldim. Çünkü sabah oturumu saat 09.00'da başlayacaktı ve kurala göre toplantıdan on beş dakika önce dokümanları delegelere vermek mecburiyeti vardı.

Merdivenleri koşarak çıktım.

Koridorda insanlar toplanmıştı.

En önde sevgili Mehmet Baydar (Genel Sekreter, Politik ve İdari İşler Yardımcısı) ve diğerleri duruyordu.

El çırpıyorlardı.

Mehmet bey, "gecenin kahramanını görmek istiyorum" diye bağırıyordu.

Ben, kim bu kahraman diye etrafıma bakınıyordum.

Meğer bizim Pakistanlı Shorthand Typist'ler sabaha kadar çalıştığımı söylemişler. Çünkü sabah sekizde onlar otelden çıkarken benim otele girdiğimi görmüşlerdi.

Mr.Vittery üzüntüsünden ne yapacağını şaşırmış bir durumdaydı.

Halbuki ben hayatımdan çok memnundum.

Niçin memnundum? Çünkü tek başına kalınca ve işler ters gidince öğreneceklerimin tümünü bir gecede öğrenmiştim.

Memnuniyetimin bir başka nedeni de on yıl önce Dışişleri Bakanlığı NATO Dairesi'nde çalışırken beni CENTO'ya alan İlter Türkmen'in de o sırada orada olması ve bu alkışa tanık olmasıydı.

***
Buna benzer bir olayı, 1947 yılında da yaşamıştım.

Sümerbank Alım ve Satım Müessesesi'nde ilk kez çalışmaya başladığımda, birlikte çalışacağımız ve işi bana öğretecek olan Nermin Baybek ailevi nedenler yüzünden bir ay izin almak zorunda kalmıştı.

Ne öğrendiysem, onun yokluğunda öğrenmiştim. Gerçi ilk günler, gelen evrakı Giden Evrak Defteri'ne, giden evrakı Gelen Evrak Defteri'ne kaydetmiştim ama, bir ayın sonunda, yani sevgili Nermin izinden döndüğünde, ben artık çok iyi bir Muhaberat ve Muamelat Memuruydum.

***
Londra'da CENTO toplantıları bitince Park Lane Oteli'nden çıkar, Russell Square'deki, keseme uygun, küçük otellere giderdim. British Museum civarında olan bu oteller, eski evlerden, hatta ahırlardan bozma, üç katlı, sefer tası gibi binalardı. Kapısından içeri girer girmez "bacon and egg" kokardı.

Ve ben bu kokuyu severdim.

Bu otellerin odaları hep çift kişilik olurdu. Tek kişilik oda nadiren bulunurdu. Bir keresinde otelin sahibi, "sana yazık değil mi, iki yatak parası ödeyeceksin, istersen tek kişilik oda ara, eğer bulamazsan geri gel" dedi ve bana aynı sokak üzerinde bazı otellerin isimlerini verdi.

Bulamadım.

Geri geldim.

Adam benden bir buçuk yatak parası aldı. Acaba hala böyle otelciler var mı?

***
1968 yılında sevgili kuzenim Tugay Özçeri Londra'da, Büyükelçilik'te Başkatipti.

Şık bir mahallede, şık bir apartımanda oturuyorlardı. "Olcay ablacığım, biliyorum çok yoğun programların vardır, bunları bozmak istemeyiz, ama bize de zaman ayırırsan İrge de ben de çok seviniriz" derdi.

Ben de sinemadan, tiyatrodan fırsat buldukça giderdim. Zaten benim gitmeme kalmaz, otele gelir, beni alır götürürdü. Onlarla beraber olmak, güncel olayları tartışmak, saygılı ve sevgili birlikteliklerine tanık olmak beni çok mutlu ederdi.

***
Herkesin çok iyi bildiği gibi Londra Hyde Park'ı ile ünlüdür. Ve gene herkesin çok iyi bildiği gibi Hyde Park'da kürsüler vardır. Canı isteyen kürsüye çıkar konuşur. Polisler, kürsüler arasında dolaşır ama hiçbir konuşmacıya karışmaz. Hatta bir zamanlar şöyle bir hikaye anlatılırdı: konuşmacılardan biri Kraliçe'ye küfür ediyormuş. O sırada klakson çalan bir taksi şoförünün yanına gelen polis, "gürültü yapmayın, halk konuşmacıyı duyamıyor" demiş.

Gerçekten böyle bir şey olmuş mu bilmiyorum. Ama orada birkaç saat geçirmiş biri olarak bunun gerçek olabileceğini düşünebiliyorum.

Konuşmacıların arasında dolaşırken, Batı Hint Adalı bir genç dikkatimi çekti. Henry Belafonte kadar yakışıklı olan bu delikanlı, kürsünün etrafında toplanan insanlara, Kraliçeyi kastederek, "beni buraya getirdin, bana dilini öğrettin, kriketini öğrettin, şimdi de git diyorsun, ben bundan sonra artık nereye gidebilirim" diye bağırıyordu.

Tam arkamda duran bir İngiliz de ona sataşıyordu.

Ben kürsüdeki adamla arkamdaki adam arasına biraz sıkışmış gibiydim. Bir yandan resim çekiyor, bir yandan da arkamdaki adamın kürsüdeki adamı dövmek için saldırıya geçerse beni ezmesinden korkuyordum.

Ama kürsüdeki yakışıklı adamın öylesine etkisinde kalmıştım ki yerimi de terk etmek istemiyordum.

İngilizin sataşmasına kızan Batı Hint Adalı, "sen beni kıskanıyorsun, çünkü sen sevgilini tatmin edemiyorsun. Sen onu tatmin edemeyince o bana geliyor. Ben onu o kadar memnun ediyorum ki, o artık benim oluyor. Sana geri dönmüyor" dedi.

Bunları söylerken de Belafonte gibi kalipso yapıyordu.

İşte, ben tam o sırada, arkamdaki adamın şahlanarak kürsüye fırlayacağını düşünerek kendimi sağ taraftaki boşluğa atıverdim.

Fakat, arkamdaki adamdan hiç ses çıkmadı. Cebinden bıçağını mı, yoksa tabancasını mı çıkarıyor diye baktığımda, adamın hiç oralı olmadığını gördüm.

Şaşırdım.

Bu neydi?

Doğru sözün onaylanması mı?

Demokrasi mi?

Hala çözmüş değilim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder