Yıllardır gitmek istediğim Çomakdağ‘a nihayet gidebilecekim.
Çok sevinçliydim. Ama Çomakdağ’a gitmeden önce Milas’ta
yapmak istediğimiz önemli bir işimiz vardı.
Muazzez Ata, Sevdiye Arda, Hayriye Arda, Hürriyet Yıldırım
ve ben erkenden yola çıktık.
Arabayı Ümit kullanıyordu ve ben onun yanında oturuyordum.
Orada oturduğum için de hal hatır soruyordum.
Ümit Hatay’lı olduğunu söylüyordu.
Bodrum’da bir Hatay’lı daha tanıyordum.
Çilek Sokak’tan Cumhuriyet Caddesi’ne çıkınca sağ kolda çok
sevdiğim bir lokanta vardı. Breeze. Sahibi Nihat Vural da Hatay’lı idi.
“Amca’mın oğlu” dedi Ümit.
Hal hatır sormanın yararları.
Yoksa nereden bilecektim bu iki güzel insanın akraba olduklarını.
***
Milas’a varınca ilk iş olarak İzan Özel Sağlık Hastanesi’ne gittik.
Kulaklarımızın biraz tamire ihtiyacı vardı. Ben ilaveten Beyin
Cerrahı Ramazan Başkan’a ve Kardiyolog Özgür Ekiz’e bir kez
daha teşekkür etmek istiyordum. Çünkü birkaç gün sonra İstanbul’a
dönecektim.
***
Sonra Gümüşkesen Anıt Mezarı’na gittik.
“Bir rivayete göre dünyanın 7. harikasından biri olan Bodrum
Mouselium’undan esinlenerek yapılmış, ancak kim için yapıldığı
bilinmeyen, İ.S.2. yüzyıla tarihlenen bir anıt mezardır. Milas’ın
simgesi durumundaki anıt mezar, özelllikle birbirine geçmeli
kesme taşların üstüste konulması ile oluşan çatısının iç kısmındaki
geometrik şekillerin düzeni ve sütunlarıyla, alttaki mezar odasıyla,
muhteşem bir yapıdır......”
(Uygarlıklar Başkenti Milas broşüründen)
***
Ve Çomakdağ’ına doğru tırmanmaya başladık.
Yeşil. Her yer yeşil.
“Çomakdağ - kızılağaç, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir köyü.
İki köyün birleşmesinden oluştuğu için tam ismi Çomakdağ -Kızılağaç
köyü.
Köyün geçmişi hakkında bilgi yok.
300 haneli bir yerleşim merkezi.
Tarihi evleri ve başta ipek böceği dokumacılığı olmak üzere
geleneksel sanatları bütün canlılığıyla yaşatmakta.
Saf ipekten yapılan işlemeye “yanış” denilmekte.
Parlak ve canlı renklerle yapılan bu işlemeler pano ve torba
yapımında kullanılıyor.
Köyün bir özelliği de taştan yapılmış evleri.
Bu evlerde bacalar estetik görünüşleriyle ilgi çekmekte.
Yöreye özgü kayrak taşından yapılan baca tepelerinde yarım ay
ya da kartal başı şeklinde figürler görülmekte.
Antik yapılardaki Akroterlerden esinlenmiş bu tarz bacalara
başka bir yerde rastlanmamakta.
Evlerin dş görünüşleri kadar içleri de etkileyici.
Tavan süslemeleri ve kapılar ahşap oyma sanatının
örnekleriyle dolu.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanıyor.
Zeytinyağ üretiliyor.
Çomakdağ düğünleriyle de ünlü.
Düğünler eski örf ve adetlere göre dört gün sürüyor.
Birinci gün köy halkı davul zurna eşliğinde dibekte buğday dövüyor.
Oğlan tarafı geline 35 adet çeyrek altının yan yana dizilmesiyle
oluşan “tura” isimli başlık takıyor.
Düğün folklorik danslar, eğlenceler ve yemeklerle sürüyor.”
Bu bilgileri ve kullandığm fotoğrafları internetten derledim.
***
Çomakdağ’a vardığımızda erkekler kır kahvesinde
(yoksa çay bahçesinde mi?) oturuyorlardı.
Aralarında tek tük kadınlar da vardı.
Hemen ayağa kalktılar, bize yerlerini verdiler.
Bir çember oluşturduk.
Ben internetten derlediğim ezberimi okudum.
Onayladılar.
Birkaç sene önce, bir gece vakti Gülsin Onay o kır kahvesinde
bir resital vermişti ve bu olay Çomakdağ merakımı daha da
artırmıştı.
***
Yalnız hemen söylemeliyim ki Çomakdağ bizi hayal kırıklığına
uğrattı. Çünkü birçok taş ev göreceğimizi umarken sadece iki tane
gördük. Eminim tüm Çomakdağ’da sadece iki tane taş ev yoktu.
Ama bize o kadar gösterdiler.
O iki taş evin ortasına da üç katlı beton bir apartman yapılmaktaydı.
İçim sızladı.
Bizi gezdiren Mehmet Yıldırım, işçiliğin çok pahalı olmas nedeniyle
artık taş bina yapılmadığın söyledi.
Bu durumda beton binalar giderek çoğalacaktı.
Ve benim içim daha çok sızlayacaktı.
***
Çomakdağ’lı kadınlar yaptıkları el işlerini yakın bir tarihte
İstanbul/Taksim’deki bir galeride sergilemişler.
Tabii çok sevindik hatta gurur duyduk.
O hanımlardan birinin yaptığı bir bebeği kendime hediye ettim.
Biliyorsunuz erkek çocuklar kurşun askerleri, kız çocuklar bebekleri
sever. Ve bu sevgi sizinle beraber büyür.
***
18 Temmuz 2008 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Olcay Akdeniz,
"...yöre kadınlarının geleneksel giyimleri, erkeklerinin şapkalarının
kenarından, kadınların çemberilerinin arasından eksik etmedikleri
rengarenk taze mevsim çiçekleriyle Milas’ın Çomakdağ köyleri
ayrı bir dünyadır...” diyor.
Gerçi erkeklerin şapkalarının kenarında taze mevsim çiçeklerini
görmedik ama bizimle sohbet eden kadının çemberisinin arasında
taze bir çiçek vardı.
Oral Gönenç ise, 19 Ocak 1990 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde
yazdığı yazısında, “Bizim buralarda sümbüller açtı. Dün Milas
Pazarı’nda idim, Yörük kadınlarının başlarında hep demet demet
sümbüller takılı idi. Sizin oralarda ne var ne yok” diye soruyordu.
Bu yazıyı okuduğumda İstanbul’daydım. Kuş olup Milas’ın
pazarına konmak gelmişti içimden.
***
O gün Çomakdağ’da iki şey beni çok heyecanlandırdı
Birincisi ipek eğiren bir kadındı.
Bu kadın, bu el becerisi ile iki oğlunu okutmuş,
doktor olmalarını sağlamıştı.
İkincisi Mehmet Yıldırım’ın kız kardeşiydi.
Köyün ilk okuyan kızıydı. Kimyager olmuştu.
Şimdi orta yaşlardaydı.
Anadolunun bir yerinde mesleğini yapıyordu.
***
Biz Pazartesi günü gitmiştik.
Çomakdağ düğünü Cumartesi günü yapılacaktı.
Israrla bizi davet ettiler.
Gidemedik.
O gün yağan yağmur yüzünden düğünün yapılmadığını
sonradan öğrendik.
Üzüldük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder