çalışıyorum. İki parmakla yazıyorum ama hızlı ve şık yazıyorum.
On parmakla yazmayı öğrenmek istiyorum ama oda arkadaşlarım,
“Ne gereği var, çok güzel yazıyorsunuz” diyorlar.
Ben de inanıyorum.
O sırada Bağdat Paktı dağılıyor. Muvakkat merkez olarak Ankara’ya
geliyor. Sonra adı değişiyor. Merkezi Antlaşma Teşkilatı (CENTO)
oluyor. Yeni elemanlara ihtiyaçları oluyor. Bakanlıktan beni öneriyorlar.
Public Relations Division’da çalışmaya başlıyorum.
Yanımdaki masada Pakistanlı Mr. Zubeyri oturuyor. Ayak ayak üstüne
atmış, on parmakla yazıyor ve yazarken de ıslık çalıyor. Onu hem
hayranlıkla hem de kıskançlıkla seyrediyrum.
Onun gibi olmak istiyorum.
CENTO’nun o günlerde yurtdışında bir toplantısı var. Public Relations
Division’da çalışanların hepsi o toplantıya gidiyor. Yeni olduğum için
beni götürmüyorlar.
On günüm var. On gün sonra gelecekler. Acaba bu on gün zarfında on
parmakla yazmayı öğrenebilir miyim?
***
Ankara'da New York Üniversitesi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin işbirliği
sonucu Ticaret Yüksek Öğretmen Okulu kurulmuştu. Bu okulun iki müdür
yardımcısı vardı. Biri Amerikalı (Prof. Lanza), diğeri Türk (İtimat Tezgören).
İtimat Tezgören, arkadaşım Mahinur Saru'nun halası. Acaba bana özel bir
program uygulanabilir mi? Çünkü her zaman olduğu gibi gene acelem var.
***
İtimat Hanım beni İhsan Yener'le tanıştırdı. İhsan Bey bana üç günde
F klavyeyi öğretti. Bu benim üstün yetenekli biri olmamdan değil
Türkçe harflerin F klavyede doğru yerlere yerleştirilmiş olmasından
kaynaklanıyordu.
İhsan Yener, Standart Türk Klavyesi'nin oluşumunu sağlamak için
devlet ve hükümetler katında yıllardır savaş veriyordu.
Üç günde F klavyeyi öğrendim ama geri kalan yedi günde de sürat
çalışması yapmam gerekiyordu. Çünkü toplantıdan dönenler benden
iş isteyeceklerdi. Onlara, "On parmakla yazmayı yeni öğreniyorum,
kusura bakmayın" diyemezdim. Ayrıca on parmakla yazmaya alışmıştım
tekrar iki parmağa dönemezdim.
Eve bir tane daktilo makinesi getirdim. Gündüz CENTO'da, gece evde
durmadan yazdım.
Anacığım benim için hem üzülür hem de yardımcı olmak isterdi.
Eline gazete verirdim. O okur, ben yazardım. Gece yarılarına kadar.
Yatağa yattığımda yorgunluktan uyuyamazdım. Gene de boş durmaz,
uykum gelene kadar yorganın üzerinde, on parmakla yazı yazardım.
Seneler sonra İdil Biret’in uçakla bir konsere giderken çalacağı
eserleri sessiz bir klavyede çalıştığını gazetede okuyacak ve o
günlerdeki kendimi hatırlayacaktım.
Hep böyle oldu. Her şeyi süresinden daha kısa zamanda öğrenmek
zorunda kaldım. Çünkü çalışıyordum. Vakit dardı.
Stenoyu da, nefes nefese, üç ay yerine bir ayda öğrenmiştim.
Ne yorgunluktu.
Pahalı bir yorgunluk.
Bedenle ödenen bir yorgunluk.
***
Artık F klavye'de hem on parmakla yazıyor hem de ıslık
çalıyordum. Kendimi ödüllendirmenin zamanı geldi diye
düşündüm. Almanya'daki Adler Firması'na orta boy, taşınabilir,
bir daktilo makinesi ısmarladım.
İki koşulum vardı. Birincisi F klavye olacaktı. İkincisi, mumlu
kağıt makinenin merdanesine zaman içinde zarar veriyordu.
Merdane ona göre yapılacaktı.
Alman'dan iste. En mükemmelini yapar.
***
İlk bilgisayarımı 1993 yılında aldım. Çok mutlu oldum.
Macintosh Classic. F klavye.
Ama insanda mutluluk bırakmıyorlar ki...
Medya, bu kez de Q klavye - F klavye savaşını başlattı.
Ben yalnız Cumhuriyet Gazetesi okuduğum için Prof. Dr.
Emre Kongar'ın yazdıklarından öğreniyordum savaşın
boyutlarını.
Halbuki klavyenin öyküsü latin harflerinin kabul edildiği 1928
yılına kadar gidiyor. 1946'dan itibaren de Türk dilinin özelliklerine
uygun stardart bir klavye geliştirilmesi için resmi makamlarla
yazışmalar yapılmış. 29934 kelime içinde hangi harften kaçar adet
bulunduğu tespit edilmiş. Parmakların fiziksel güçleri ve hareket
özellikleri hesaba katılmış.
F klavye 20 Ekim 1955'te Standart Türk Klavyesi olarak kabul
edilmiş.
Ama günümüzde bilgisayarlar, özellikle dizüstü bilgisayarlar,
Q klavyeli olarak ithal edildiğinden piyasada onlar satılıyormuş.
Yalnız kişiler değil kurumlar da bunları piyasadan alıyorlarmış.
Burada da bir terslik var. Gene birileri zengin olacak.
2003 yılının Mart ayında Prof. Emre Kongar'ın çağrısı üzerine
Swissotel'de yapılan SAP Teknoloji Günleri'ne gittim.
Tabii bir F klavyeci olarak.
Kırk beş yıl sonra İhsan Yener'le orada karşılaştık. Bu ikimizi de
çok duygulandırdı. Ben, bana bilgisini ve emeğini vererek 3 günde
F klavyeyi öğrettiği için kendisine teşekkür ettim. O da 360 saatlik
bir eğitimi üç günlük bir eğitimle tamamladığım için beni kutladı.
konularında lisansüstü eğitim ve 1958 yılında da doktora yapmış olan
İhsan Yener bugün F klavyenin babası olarak biliniyor.
Ayrıca İhsan Yener'in bir misyonu daha var.
Sahibi olduğu Şampiyon Kursları sayesinde yetiştirdiği öğrenciler,
uluslararası yarışmalarda F klavyenin sağladığı kolaylıklar nedeniyle
yıllarca ülkemize birincilikler kazandırmıştır.
İhsan Yener, aynı zamanda INTERSTENO Uluslararası Bilgi işlem
Federasyonu Onursal Başkanı.
***
O günkü buluşmamızdan sonra çok birlikte olamadık ama yazıştık.
Son zamanlarda eskisi kadar birbirimizden haber de alamıyorduk.
Ve iki gün önce ölüm haberi geldi.
Binlerce öğrenci, yüzlerce öğretmen ve onlarca dünya şampiyonu
yetiştirmiş olan Yener, 1925 yılında Afyonkarahisar’da doğmuştu.
91 yaşındaydı.
Tabii insan üzülüyor. Hem öldüğüne hem de yeterince beraber
olamadığına.
Işıklar içinde uyusun. Tanrının rahmeti üzerinde olsun.
5 Eylül 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder