Birincisi kuruluşlara Haberleşme Bölümü kurmak, dosyalama, arşiv çalışması yapmak ve elemanları eğitmekti.
İkincisi ulusal ve uluslararası toplantılarda Dokümantasyon Koordinatörlüğü yapmaktı.
CENTO'da edindiğim deneyimlerle bunların hepsini yaptım.
Haberleşme Bölümü kurduğum kuruluşlar içinde Erpeks Dış Ticaret A.Ş.'nin adını anmak isterim.
Genel Müdür Necati Fidan, bir ay gibi kısa bir süre sonra beni davet etti ve "başarınızı gözlerinizle görmeniz için buraya kadar gelmenizi istedim" dedi.
Bu inceliği Sayın Fidan'dan başka gösteren olmadı.
Seneler sonra Sayın Fidan’a bunu söyleme fırsatını buldum ve teşekkür ettim.
***
Adını anmak istediğim diğer bir kuruluş Yönetim Geliştirme Merkezi’dir (YGM).
İstanbul’a geldiğim günlerde bir CV de YGM’ye vermiştim. Çok sonra aldığım bir davet üzerine Genel Müdür Mehmet Özcan’la tanıştım. YGM kuruluşlara çeşitli konularda hizmet veriyordu.
Mehmet Özcan, Eczacıbaşı Holding'in İlaç kısmına bir arşiv çalışması yapmamı istedi. Sonra Sheraton Oteli’nde evrak, dosyalama ve arşiv üzerine bir Eğitim Programı yapmamı istedi.
Daha sonra Eczacıbaşı için yaptığım arşiv çalışmasının tıpkı eşini YGM için de yapmamı istedi.
Hepsini yaptım. Mehmet Özcan yaptığım bu arşiv çalışmasıyla ilgili olarak YGM elemanlarına eğitim vermemi de istedi.
Bu Eğitim Genel Müdür’ün odasında yapılacaktı.
Saat 14.00’te başlayacaktı.
Ben Genel Müdür’ün masasında oturacaktım.
Genel Müdür de YGM çalışanlarıyla beraber karşımda yerini alacaktı.
Bazen anlatarak, bazen okuyarak, bazen ekranda göstererek, bazen de anılarla zenginleştirerek renklendirecektim konuşmamı.
Çok iyi hazırlanmıştım.
Çünkü YGM eğitim veren bir kuruluştu.
Ben tereciye tere satacaktım.
O gün Genel Müdür’ün başka bir kuruluşta görüşmesi vardı.
Saat 14.00 oldu.
Hepimiz ayakta bekliyorduk,
Ama Mehmet Özcan gelmedi.
Genel Müdür Yardımcısı başlayabileceğimi söyledi.
Ben kabul etmedim.
Çünkü konuşmacının ilk andan itibaren katılımcıyı avucunun içine alması gerekirdi. Bunun için herkes toplantının yapılacağı yerde hazır olmalı, sonradan kapı açılmamalı, kimse içeri girmemeliydi. Yoksa hem konuşmacının hem katılımcının dikkati dağılırdı.
Ayrıca Genel Müdür’ün ilk andan itibaren orada olmasını istiyordum.
Mehmet Özcan biraz sonra geldi.
Hepimiz yerlerimizi aldık.
Geciktiği için özür diledi.
Bir ricası vardı.
Beni dinlerken acaba bir şeyler yiyebilir miydi?
Tabii yiyebilirdi.
Garson çağrıldı.
Mehmet Özcan sandviçini ve kahvesini söyledi.
Bana da “başlayın” dedi.
Genelde teşekkür konuşmaları sonda yapılır.
Ben başta yaparım.
Tek tek herkese teşekkür ederim.
Niçin teşekkür ettiğimi de açıklarım.
Böylesi daha etkileyici olur.
Teşekkür konuşmam bitti.
Garson elinde tepsi ile kapıyı açtı.
İşte yaşamım boyunca unutamayacağım o an.
Mehmet Özcan ben konuşurken bir şey yemeği doğru bulmamış olmalıydı.
Ki doğrusu da oydu. Garsona eliyle “çık” dedi. Garson çıktı.
Toplantı dört saat sürdü.
***
Bazıları çok emek verdiğim çalışmamı ya uygulamadı ya da kendilerine göre uyguladı.Çünkü kuruluşlar para ile proje yaptırıyorlardı ama iş uygulamaya gelince yeni eleman almıyorlardı.
Özel sektör, sekreterlerinden; devlet de mevcutlarından yararlanmak istiyordu.
Örneğin, Ankara'da İngilizce, Fransızca, Arapça ve Türkçe yazışma yapan bir kuruluşa arşiv çalışması yaptım.
Tayin edilen iki evrak memurundan biri yalnız Türkçe, diğeri ise Türkçe ve Arapça biliyordu.
***
Bazıları da emeğimin karşılığını ya geç verdi ya da hiç vermedi.
İlk projemi bir Koç Grubu olan Ram’a yapmıştım. İşi teslim etmiştim ama parayı bir türlü alamıyordum. Biraz “bugün git yarın gel” gibi olmaya başlamıştı.
O günlerin birinde benim telaşla bir odadan çıkıp diğerine girdiğimi gören kalıplı kıyafetli bir beyefendi durumu anlayınca işe el koymuş ve param hemen ödenmişti.
Aynı beyefendi, ayak üstü, KAV Orman Sanayii A.Ş.'nin Genel Müdürü olduğunu, eğer kendi kuruluşları için de benzer bir çalışma yapmak istersem teklifimi İstiklal Caddesi’ndeki İrtibat Bürosu’na bırakmamı söyledi.
Teklifi hazırladım.
250 TL'ye yapacağımı yazdım.
Elden götürdüm.
Kısa bir süre sonra İrtibat Bürosu’nun bir yetkilisi beni aradı. O hafta içinde beni şirketin arabası ile Orhangazi’deki fabrikaya götüreceğini söyledi.
Demek ki teklifim kabul edilmişti.
Sevinmiştim.
Hem de çok sevinmiştim.
Çünkü İstanbul’a yeni gelmiştim.
İstanbul’a tutunmaya çalışıyordum.
İrtibat Bürosundaki bey kararlaştırdığımız gün ve saatte geldi. Beni Kabataş’taki evimden aldı. Orhangazi’ye götürdü.
Hemen çalışmaya başladım.
Genel Müdür’ün sekreterinden bilgileri aldım. Acele bir taslak hazırladım. Sekreter hanıma nasıl bir sistem kuracağımı, bu sistemi nasıl kullanacağını anlattım.
Geç vakit aynı bey beni Kabataş’taki evimin kapısına kadar getirdi.
O zamanlar bilgisayarım yoktu. Adler marka daktilo makinemde yazıyordum. Metin kısmı kolaydı ama iş kod’ları yazmaya gelince çok yoruluyordum. Çünkü Dewey’nin Desimal (Onlu Tasnif) Sistemi’ni kullanıyordum.
Projeyi teslim ettim.
Beklemeye başladım.
İki hafta geçti ses yok. Dört hafta geçti ses yok. Altı hafta geçti ses yok.
Elimdeki belgelere bakıyorum. Aralık ayının başında teslim etmişim. Nisan ayının ortalarında hala ses yok.
Teyzemin torunu sevgili Haluk Erbel beni hep memuriyet zihniyetinde biri olmakla suçlamıştır.
Ama zaten ben hep memur oldum.
Başka bir şey olmayı bilmiyordum ki.
Aramaya utanıyordum.
Paramı istemeye utanıyordum.
Gene de, nadiren de olsa, beni Orhangazi’ye götüren beye telefon ediyordum. Bey çok nazik davranıyordu. Ama o da memurdu. Emir almadan bir şey yapamıyordu.
Derken bir gün bir yakınıma durumu anlattım. Meğer Genel Müdürü çok iyi tanıyormuş. “Ben konuşurum” dedi.
Konuşmuş.
Genel Müdür de, “beni arasın” demiş.
Çok sevindim. Hemen aradım.
Çok kızgındı.
Hiç o kalıplı kıyafetli beye benzemiyordu.
Ben niçin araya birini koymuştum.
Çünkü paramı almak istiyordum.
Genel Müdür 250 TL'yi çok bulduğunu, 100 TL vereceğini söyledi.
Çok ağrıma gitti.
"Hediyem olsun" dedim.
Telefonu kapattım.
Böylece Koç Grubu, 1985 yılında, 250 TL daha kar etmiş oldu.
Sayemde.
(Burada bir açıklama yapmak isterim. "Hediyem Olsun" derken zannedilmesin ki maddi durumun çok iyi idi. Aksine evimin kirasını teyzemin torunu veriyordu.)
***
İkinci yapmak istediğim kongrelerde çalışmaktı.
Çok bildiğim ve çok sevdiğim bir konuydu.
Nitekim, Dokümantasyon Koordinatörü olarak çalıştığım ilk kongreden sonra Setur'un Genel Müdürü Halil Fıratlı, Visitur'un Genel Müdürü Talha Çamaş'a beni "Kaşıkçı Elması" diye takdim etmişti.
Ama ben ortadaki pastadan umduğum payı alamadım.
İki nedenden.
Birincisi insanlar benden korktu. (çünkü çok bilenden korkulur) Kendi yerlerini alacağımı zannettiler. Halbuki herkesin yeri belliydi.
Örneğin, benim görevim yazılı çevirmenler, anında çeviri yapanlar, bilgisayar operatörleri, çoğaltanlar, toplayanlar arasındaki eşgüdümü sağlamaktı. Ben yalnız bunu biliyordum ve bunu yapmak için oradaydım.
İkincisi her yerde olduğu gibi orada da gruplaşmalar vardı. Bir gruba dahil olmak lazımdı. Ama hiçbir grup yeni geleni içine almak istemiyordu. Almak bir yana bir de yanlış yönlendiriyorlardı.
Bir grup niçin o kadar az para istedin derken, ikinci grup niçin o kadar çok istedin diyordu.
İstanbul hâlâ Bizanstı.
***
Sonunda dört kongrede Dokümantasyon Koordinatörlüğü yaptıktan sonra,
On dört kuruluşa Haberleşme Bölümü kurduktan sonra,
Altı Eğitim Programı yaptıktan sonra,
bu sevdadan vazgeçtim. Ve 1987 yılında başladığım Serbest (Free Lance) Çalışma’yı 1993 yılında noktaladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder