1 Ocak 1990 Pazartesi

04. BODRUM’UN HÂLÂ VAR OLAN ÖRF VE ADETLERİ (AĞIRLIK – NİŞANARDI)

(22 KASIM 2004)

(...)

Diğer komşum Devlet Hanım, 1933’de mübadele ile Girit’ten gelmiş. Devlet Hanım, Nebil Ağan’la evlendiği zaman 16 yaşındaymış. Nebil Kaptan Güllük’ten aldığı zeytinyağı ve sabunu kıyı kıyı Antalya’ya götürürmüş. O yıllarda Bodrum’un karadan hiçbir bağlantısı olmadığı için ticaret denizden yapılırmış.

Devlet Hanım çok güzelmiş. O kadar güzelmiş ki kocası çok kıskanırmış. Hatta bir gün kendisine çok yakışan gülkurusu elbisesi ile tam sokağa çıkmak üzereyken Nebil Kaptan tesadüfen eve gelmiş ve karısına şöyle bir bakmış ve sokağa çıkmasına müsaade etmemiş.

Devlet Hanım’ın büyü kızı Güngör Yücel yıllar sonra bana o günü şöyle anlattı: “Annem, arkadaşlarına babamın izin vermediğini söylemek istememiş. Hemen küçük kızı Halime’yi sarmış sarmalamış, yatağa yatırmış, “sen hastasın” demiş. Hasta kızını evde bırakıp gezmeye gidemeyeceğini bilen arkadaşları hiç ısrar etmemişler.”

İnsan böyle bir öyküyü dinlediği zaman, haliyle, tüm sırların ortaya döküldüğü bugünkü televizyon programlarını hatırlamadan edemiyor.

***
Devlet Hanım’ın gelini Münire, bir sokak ötede oturuyor. Münire, Devlet Hanım’ın büyük oğlu Rıfat Ağan’la evli. Kibare Uslu, Rıfat Ağan’a “Rıfat Ağabey” dediği için ben de “Rıfat Ağabey” diyorum. Yoksa Rıfat Ağan benden küçük.

Münire ile uzun bir zaman sonra dost olduk. Zaten Borumlu öyledir. Yabancıyı öyle kolaş kolay içine almaz. Bir süre koklar. Sonra yaşaş yavaş sokulur. Ama bir kere dost oldumu bir daha bırakmaz.

Rıfat Ağabey balıkçıdır. Kocaman tratası vardı. Cumartesi yahut Pazar günleri civar koylara giderken Hakkı Uslu, ve Kibare’yle birlikte beni de davet ederlerdi. Çok onurlanırdım. Sabahtan çıkardık. Münire ve Kibare yemek pişirirdi. Ben erkeklele sohbet ederdim.

Sahile çıkınca erkekler biraz öteden denize girerdi. Aynı mahalleden oldukları için, erkekler de kadınlar da birbirlerini mayolu görmek istemezlerdi. Bu bir kaç-göç olayı değildi. Aileler arasında saygıydı. Ve bu davranışları berim çok hoşuma giderdi.

Münire ile Rifat Ağabey’in üç oğlu, bir kızı var. Kiminin kına gecesinde, kiminin düğününde bulundum. Zaten Münire çok önceden haber verir, “Olcay Hanım buradasın, değil mi?” diye sorar.

1997’nin Kasım ayında en küçük oğulları Murat’ın düğünü vardı. Bodrum’da örf ve adetler eskisi gibi devam ediyor. Örneğin, düğünden önce Kına Gecesi yapılıyor. Ama asıl ilginç olanı Kına Gecesi‘nden önce yapılan tören.

Kına gecesinden birkaç gün önce erkek tarafı kız tarafına hediyeler gönderiyor. Giyecekler ve yiyeceklerle dolu koca koca tepsiler hazırlanıyor. Tepsiler şeffaf kağıtlara sarılıyor. Renkli kurdelelerle bağlanıyor.

Kapıya deve geliyor. Devenin bir tarafına bir sepet, diğer tarafına sandık yerleştiriliyor. Sepete ekmek ve helva konuyor. Sandığa da gelinlik.

Günümüzde artık sandığa gelinlik konmuyor. Ama adet bozulmasın diye sandık boş olarak deveye yükleniyor.

Devenin üzerindeki sepetin ve sandığın üzerine bir halı atılıyor. Önde davul zurna, arkada deve ve deveci, daha arkada da hediyeyi taşıyan aile bireyleri, damadın arkadaşları, benim gibi özel komşular.

Aileden bazıları tepsilerden birini benim taşımamı ve alayın başını çekmemi

istedi. Ama ben kabul etmedim. Çünkü kız tarafı, tepsi taşıyanlara hediye verirmiş. Utandım. Halbuki Habibe Kıvılcım ve ailesi çoktan hediyelerimizi hazırlamışlardı.

Bizim sokaktan, Cumhuriyet Caddesi’ne yani sahile çıktık. Öylesine güzel bir görüntümüz vardı ki, herkes bizi yakından görmek için koşuşuyordu. Azmakbaşı’nı geçtik. Davulun zurnanın sesini duyan dışarı çıkıyordu.

Hey Yavrum Hey’in yanında evi olan arkadaşım Devlet İzbudak da dışarı çıkmış, ne oluyor gibisinden bakınıyordu. Kalabalığın içinde beni görünce şaşırdı. Sonra merakla sodu. Söyledim. “Ben de torunlarıma böyle yapacağım” dedi. Dilerim üniversite mezunu torunlar anneannelerinin sözünü dinlerler.

Tam Halk Eğitim binasının önüne gelmiştik ki tıpkı bizim gibi bir alayla karşılaştık. Onlar bizim mahalleye doğru geliyordu, biz onlara doğru gidiyorduk.

(Bu yazı Yarımada Gazetesi’nde yayımlandıktan birkaç gün sonra Aynur Fidan beni aradı ve karşılaştığımız alayın Hasan Fidan’ın torunu, Mustafa Fidan’n oğlu, Hasan Fidan’a ait olduğunu söyledi. Kendisine teşekkür ettim.)

Bu karşılaşma gerçekten çok güzeldi. Ne yazık ki fotoğraf makinem yoktu.

Yalnız iki devenin karşılaşması bizim karşılaşmamız gibi güzel olmadı. Develer birbirlerini görünce bir hoş oldular.

Deveciler develeri zor yatıştırdılar. Biz biraz korktuk. Ben pek anlayamadım. Develer dövüştüler mi yoksa seviştiler mi?

Bizim deveciye, “Bunlar birbirlerini tanıyorlar mı?” diye sordum. Meğer ikisi de devecinin develeriymiş. Aynı ahırda kalıyorlarmış. Demek sevişmişler. Ama bizi ürkütecek kadar sevişmemeleri gerekirdi. Hele sokağın ortasında. Ne ayıp. Aslında develer bu ayıbı bilirler. Ama ne olsa bunlar Bodrum develeri. Anlaşılan turistlerin sokak ortasında yaptıklarını göre göre onlar da turistleşmişler.

Develer sakinleşince ben de sakinleştim. Ve Rıfat Ağabey’den bizi kestirmeden değil, uzun yoldan götürmesini rica ettim. Bu törenin bitmesini hiç istemiyordum.

Limanı dolaştık ve Habibe’nin Atatürk Caddesi üzerindeki evine geldik.

Kız evi bizi kapıda karşıladı. Hem bahçede hem içeride sofralar kurulmuştu. Yemekler yendi. İçkiler içildi. Hepimize hediyeler verildi.

Birkaç gün sonra da kız tarafı aynı tantana ile erkek evine gelmiş. Ben o gün evde yoktum. Göremedim.

Kız tarafının geleceği günden bir gün önce, erkek evi hazırlık yapmaya başlıyor. Akraba ve komşu yardımlaşması dorukta oluyor. Tencere dolusu dolma, keşkek, et, tavuk, balık, pilav, tatlı gibi şeyler hazırlanıyor. Erkek tarafının gönderdiğine ağırlık, kız tarafının gönderdiğine nişanardı deniliyor.

***
Kına Gecisi ise herkesin olanaklarına göre ya evinin bahçesinde ya meydanlık bir yerde ya da dışarıda bir salonda yapılıyor.

İlk saatlerde kız tarafı kendi arasında, erkek tarafı kendi arasında eğleniyor. Ama gecenin bir saatinden sonra erkek tarafı kız tarafına baskın yapıyor. İşte o zaman cümbüş başlıyor. Herkes oynuyor. En çok da gelin oynuyor. Hiç nazlanmıyor.

Düğün ise bir otelin salonunda yapılıyor. Düğünü orkestra yönetiyor. Örneğin, misafirleri takı takmak için piste davet ediyor. Akrabalar hatta yakın komşular sıraya giriyor. Uzun kuyruklar oluşuyor. Gelin kolunda elbisesinin kumaşından yapılmış küçük bir çanta taşıyor. Oynarken düşüp kaybolmasın diye takılar bu çantaya konuyor.

Orkestra bazen kız tarafını, bazen erkek tarafını oyun oynamak için piste davet ediyor. Düğün sabihi, oynayanların anlına para yapştırıyor. Bu paralar toplanıp orkestraya veriliyor.

Derken bir rakkase geliyor. Masaların üzerine çıkıp göbek atıyor. Rakkase kimin önünde durursa anlına parıya o yapıştırıyor. Parayı göğsüne özellikle göbeğine koyanlar daha çok alkışlanıyor.

Gerek orkestrayı gerekse rakkaseyi coşturmak için düğün sahibi devamlı bahşiş veriyor.

Kına gecesi yemekli, düğün yemeksiz oluyor. Gelin Pastası’nın ikramından sonra düğün bitiyor.

***
Düğünden bir hafta sonra, gelin ve damat evlerinde bir davet veriyorlar. Gelin gelinliğini giyiyor. Takılarını takıyor. Mevlit okunuyor. Tavuklu pilav veya Lokum pilavı yeniyor.

Bodrum’lu hanımlar kına gecesi gibi, düğün gibi toplantılarda güzel giysiler giyiyorlar. Takılar takıyorlar. Genelde altın seviliyor. 

Bodrum’da çok şık butikler olmasına karşın, alış veriş için İzmir tercih ediliyor.

(...)

(Anılarımdan alınmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder