23 Ağustos 1990 Perşembe

45. BODRUM’A DENİZDEN GİTMEK

(05 NİSAN 2007)

Yıl 1966.

Devlet Deniz Yolları’nın hem Batı Akdeniz’e, hem Doğu Akdeniz’e seferleri vardı. Gidenler anlatmakla bitiremezlerdi. Geminin özellikleri, kaptanların yakışıklılığı, yemeklerin lezzeti, biletlerin ucuzluğu dillere destandı. Eğer yanılmıyorsam Ankara vapuru Batı Akdeniz’e, İzmir vapuru Doğu Akdeniz’e sefer yapıyordu. Yahut dönüşümlü oluyordu.

Arkadaşlarım kendi aralarında gruplaştılar.

Ben yurtdışından gelecek üniversite öğrencisi Alman misafirimin imtihanlarının bitiş tarihine göre yer ayırtmak zorundaydım.

Yengem Leyla Maskar da bizimle gelmek istedi. Çok sevindik.

Doğu Akdeniz seferini seçmiştik. Avrupa’yı iyi bilen bizler, hiç bilmediğimiz Anadolu sahillerini görmek istiyorduk.

3 Eylül tarihi üçümüze de uygun geldi.

Ben Ocak ayının ilk haftasında yerimizi ayırtmak için Devlet Deniz Yolları’nın Ankara’daki bürosuna gittiğimde birinci mevkide yer kalmadığını ancak ikinci mevki için bir şeyler yapmaya çalışacaklarını söylediler.

Dediğim gibi çok rağbet vardı. Dokuz ay önceden neredeyse tüm biletler bitmişti.

Aslında birinci ile ikinci mevki arasında hem fiat açısından, hem ikram bakımından pek bir fark yoktu.

Sadece gemide birinci mevki ile ikinci mevki arasında bir kapı vardı ve ikinci mevki yolcularına bu kapı kapalıydı.

Bu pek hoşumuza gitmedi. Gemide ikinci sınıf insan muamelesi görecekmişiz gibi geldi.

Yengem ve benim için iki kişilik bir kamara, Alman misafirim için de, ancak, dört kişilik bir kamarada yer ayırtabildim.

***
Ağustos başında beni üzen bir şey oldu. Tiryakisi olduğum sigarayı bırakmak zorunda kalmıştım. Sigarasız bir Eylül mehtabının hiç keyfi olamazdı. Böyle düşünüyordum.

3 Eylül’de İstanbul’dan başlayacak olan bu gezi 15 Eylül’de gene İstanbul’da bitecekti.

12 gün denizin üstünde içim sıkılabilirdi.

Yanıma kitaplarımı ve dergilerimi aldım. Ama deniz beni öylesine oyaladı ki kitaplarımdan hiç birinin kapağını bile açmadım.

Ve mehtabın sigarasız da aynı güzellikte olduğunu bu gezide öğrendim.

***
Nihayet hareket günü geldi.

Şık ve temiz giysilerimiz, hoş görüntümüz, görgülü tavırlarımızla hemen dikkat çektik.

Geminin kaptanı, galiba süvarisi deniliyor, hemen birinci mevki ile ikinci mevki arasındaki kapıyı açtı.

Gemi saat 12.00’de hareket etti.

Kamaralarımıza yerleştikten sonra yemek salonuna girdiğimizde bizi bir garson karşıladı. Dört kişilik bir masaya oturttu. Kahvaltı ve yemeklerimizi hep aynı masada yiyeceğimizi, kendisinin de yol boyunca bize hizmet edeceğini söyledi. Yengem hemen garsona iyi bir bahşiş verdi. Bu. yengemden öğrendiğim pek çok şeyden biriydi. Bahşişi peşin vermek.

***
Gemi Marmara Denizi’ne girer girmez buzdolabı bozuldu. Eh ! elbet bir çaresine bakarlardı. Pek etkilenmedik. Ama Marmara’dan çıkar çıkmaz Radar’ı da bozulunca benim Alman misafirim soluğu Kaptan Köşkü’nde aldı.

Saatlerce orada kaldı. Ama baktı ki kaptanın gözleri radar gibi, hatta radardan da daha iyi görüyordu, sevinerek aşağıya indi.

Yoksa kamaradaki yatağı boş kalacaktı.

***
Gemi gün boyu uğradığı limanlarda kalıyor, geceleri yol alıyordu. Giderken İzmir, Marmaris, Antalya ve İskenderun’a uğradık.

İskenderun’da bir gece kaldık. Bundan istifade Antakya’ya gittik ve dünyaca ünlü Mozaik Müzesi’ni gezdik.

Dönüş yolunda Mersin (Silifke), Anamur, Alanya, Antalya, Finike, Kaş, Fethiye, Bodrum, Güllük, Kuşadası, İzmir üzerinden İstanbul’a geldik.

Gemi durduğu limanlarda mal aldı, mal verdi. Yolcu indirdi, yolcu bindirdi. Bizler de tarihi yerleri gezdik.

***
Ben Bodrum’u, ilk kez, bu gezi sırasında gördüm.

İzmir Vapuru Bodrum’da yarım gün kaldı. Bizi bir motora bindirdiler ve denize girmek için bir yere götürdüler. Ben gittiğimiz yerin küçük bir ada olduğunu zannettim. Burası, üzerinde hiç hayat olmayan, ağaçsız, yeşilliksiz, buna mukabil taşlı, topraklı, acaip bir kara parçasıydı.

Yıllar sonra burasının Bardakçı olduğunu öğrenecektim.

Sonra limanı ve kasabayı dolaştık. Dar sokaklar, kendi halinde insanlar, değişik ürünler satan dükkanlar, küçük beyaz evler ve o evleri sarmalayan Konsolos Çiçeği dedikleri ağaçlar...

Bodrum’da çok kısa kaldık. Çok az şey gördük. Ama gene de onu çok sevdim. Ve bu sevgi benim yıllarca kara yolu ile Bodrum’a gitmemin ve orada bir ev yapmamın başlıca nedeni oldu.

2007’nin 12 Eylül’ünde Bodrum’a ayak basışımın 41. yılını kutlayacağım.

***
Şimdi nereden aklıma geldi, bunca yıl sonra, anılarımın sayfalarını çevirmek?

Yarımada Gazetesi, iki de bir, Bodrum–İstanbul arasında feribot seferlerinin başlayacağını yazıyor. Eh! artık Gemi Yanışma İskelemiz de var. Niçin olmasın?

Bunca yıl bizi kazasız belasız Bodrum’a taşıyan ötobüslerimize vefasızlık yapmak istemeyiz ama ara sıra da denizden gidebiliriz Bodrum’a.

(Anılarımdan alınmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder