16 Eylül 1990 Pazar

24.2.3 ANKARA'NIN YAZLIĞI BODRUM

1970'lerin başında Ankara'nın yazlığı bu kez Bodrum oldu.

Gerçi Bodrum, Akçakoca gibi Ankara'ya yakın sayılmazdı ama akşam binip sabah inince yakınmış gibi geliyordu.

Ne otobüsler, ne yollar, ne de yolcular bugünkü gibiydi. Örneğin, otobüsün şoförü uyumamak için sabaha kadar kaset çalar, bizleri de uyutmazdı.

Milas'a kadar yol düzgündü ama Milas'tan sonra başlayan virajlı ve tozlu topraklı yollar insanı bunaltırdı. Allahtan Afyon'da verilen molada kaymaklı ekmek kadayıfı yeme gibi bir lüksümüz vardı. Yoksa yol hiç çekilmeyecekti.

***
197l'de Varol Özkoçak, arkadaşı Ahmet Tekşen ile Priene, Bodrum, Didim ve Milet’e gideceklerdi. Ben de peşlerine takıldım.

Pirene gezimizi tamamladık. Bir minibüse bindik. Bodrum’a gitmek üzere yola çıktık.

Bindiğimiz minibüsün içinde biz yolculardan başka tavuklar, horozlar, bir de kazlar var.

Tıkış tıkışız.

Şoför hala yolcu almak için yol üstünde duruyor.

Biz bağırıyoruz.

Engel olmak istiyoruz ama başaramıyoruz.

Tam Bafa Gölü’ne geldik mimibüs arıza yaptı.

Öğle sıcağı.

Asfalt yumuşamış.

Her ağızdan bir ses çıkıyor.

Şoför minibüsü tamir etmek için sahile indi.

Biz kaderimizle baş başa kaldık.

O günlerde bir haber dolaşıyor.

Bafa Gölü kurutulacak.

Buğday ekilecek.

Köylüler direniyor.

Bu konuyu yolculardan biriyle, vasat görünüşlü biriyle, konuşuyorum.

Aynı düşünceleri paylaşıyoruz.

Biraz şaşırıyorum.

Cumhuriyet Gazetesi okuduğunu söylüyor.

Daha çok şaşırıyorum.

İçimden, “herhalde öğretmen” diyorum.

Derken şoför tamir ettiği minibüs ile geliyor.

Elinde kocaman bir karpuz var.

Asfalta atıyor. Karpuz bin parça oluyor.

Hepimize birer parça veriyor.

O sıcakta buz gibi karpuz iyi geliyor.

Kavga ettiğimiz şoförü bu kez kucaklıyoruz.

Ama benim merakım geçmiş değil. Uzun uzun sohbet ettiğim, her konuda hemfikir olduğum bu beyin mesleğini henüz bilmiyorum. Gerçi biliyorum "öğretmenim" diyecek.

Ama hayır.

“Celebim” diyor.

Donakalıyorum.

***
Varol ve Ahmet’in Bodrum’da kalacak yerleri var.

Geziye sonradan katıldığım için benim yok.

Papatya Sokağı'nda bir ev buluyorum.

O evin ilk müşterisiyim.

Ev sahipleri benden alacakları parayla bahçeye musluk yaptıracaklar.

***
Ben insanlara çok bağlanırım. Bir de bana yapılan iyiliği hiç unutmam.

Denizden gelince ben yıkanmak isterdim. Evin kızı Mahinur hanım kuyudan su çekerdi. Ben, oracıkta, kuyunun başında sabunlanırken o bana kova ile su dökerdi.

Bir de evin köpeği vardı. Ben korkardım. Gece Mahinur hanımla kocası bahçede yatarlardı. Köpek de yatağın altında.

Mahinur hanımdan rica ederdim, ben gelene kadar uyumaması için. Yattığı yerde beni beklerdi. Ben bahçe kapısını gıcırdatınca o köpeği yatıştırırdı.

Ondan sonraki gidişlerimde Mahinur (Akat) hanımı çok aradım ama bulamadım. Çünkü kocasıyla İzmir'e yerleşmişti.

Aradan yıllar geçti.

1997'in sonbaharında bir gün kapım çalındı.

Bir hanım beni sordu.

"Benim" dedim.

Gelen Mahinur hanımdı.

Aradan 25 yıl geçmişti.

Beni arayıp bulmuştu.


***
197l'den itibaren Bodrum'a daha sık gitmeğe başladım.

Sevinç (Karasapan Soysal), İncila (Diker), Nurten (Akan) ve daha pek çok CENTO'lu arkadaşımla unutulmaz tatiller yaptım.

Sonunda, Sevinç'le Bodrum'da bir yer almaya karar verdik. Çok yere baktık. Bodrum'un civarı çok güzeldi. Ucuzdu. Ama "hayat" Bodrum'un içindeydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder