biraz çocuklaşırız.
Her gün yapmadığımız şeyleri yapmak, kendimizi
şımartmak isteriz.
***
Muazzez Ata, Sevdiye Arda, Hayriye Arda, Hürriyet Yıldırım
ile beraber 21 Kasım 2010 günü Çomakdağı’na gitmek üzere yola çıktık.
Hemen, “Nerede ne yiyelim?” sorusu gündeme geldi.
Vesile Hanım’ın Mantı Evi’ni önerdim.
Oy birliği ile kabul edildi.
***
Vesile Hanım’ın mantı evi eski bir Milas evi.
Hiçbir özelliği olmayan bir ev.
Sonradan da özenilmemiş.
Belki de özelliği bu.
Odanın etrafı divanla çevrilmiş.
Önüne de uzun bir masa konmuş.
Girişteki avlu da düzensiz.
Çok düzensiz.
Gerçi ben orasını hayalen düzene koydum.
Koydum koymasına ama yetmez.
Zaten koymasam rahat edemem.
Huyum kurusun.
Yok, yok niye kurusun.
Aksine daha çok yeşersin.
Yeşersin ki ben daha çok
hayal kurabileyim.
İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe mi yaşarmış?
Ben bilmem.
Yahya Kemal bilir (*)
***
Vesile Hanım, siz siparişinizi verdikten
sonra mantıyı yapmaya başlıyor.
Çünkü soruyor.
Sarımsaklı mı? Sarımsaksız mı?
Yağda kızdırılmış kırmızı biberli mi? bibersiz mi?
Az mı? Çok mu?
***
Masaya iki ayrı çeşit turşu konuyor.
Ekmekle beraber.
Biraz sonra da taze pişmiş mantı kocaman çukur
bir tabağın içinde önünüze geliyor.
İlk kaşıktan son kaşığa kadar aynı beğeni ile
yiyorsunuz.
***
Vesile Hanım yalnız mantı yapmıyor.
Börek de yapyor, baklava da.
Her ikisini de daha önceki gidişlerimde tatmıştım.
Börek otluydu.
Baklava çıtır çıtır.
***
Eğer bir yerden memnun kalırsanız aynı yere bir daha
gidersiniz.
Ama eğer bulabilirseniz, gidersiniz.
Biz bulamadığımız halde gittik.
Çünkü inat ettik.
Bulduk.
Adres şöyleydi:
Cumhuriyet Cad., Çiçek Sok. No.1.
Meğer bu adresten çıkmışlar.
Cumhuriyet Caddesi,
Yeni Yol sokak No.4’e taşınmışlar.
Halbuki, 2 Ekim 2012 günü, Melen dönüşü
yoldan telefon etmiştim.
Altı kişilik mantı hazırlamalarını söylemiştim.
Telefona çıkan görevli hanım taşındıklarını söylememişti.
***
Bazı şeyleri gerçekten anlamıyorum.
Bir ticarethane müşteri kazanmak varken,
neden müşteri kaybetmek ister?
Neden?
***
Biz gittiğimizde Vesile Hanım yoktu.
Hasta olduğunu söylediler.
Üzüldük.
Gelini bizimle ilgilendi.
Amacımız zaten bağcı dövmek değil,
Mantı yemekti.
-----------------------------
(*) DENİZ TÜRKÜSÜ
Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...
Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.
Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder