Yaşlı bir adam Çarık İbrahim'e taştan bir dükkan yapıyordu.
Beyhan bey bizi tanıştırırken "Deli Salih" dedi.
Ben utandım.
Ama Bodrum'un en eski ustalarından Salih (Akçaalan) usta böyle anılıyordu. Kendisi de bu lakabından memnun görünüyordu. Çünkü bir kez onu bir tanıdığımla tanıştırırken "Salih usta" demiştim. "Deli Salih" diye beni düzeltmişti.
Beyhan beyin beni Salih usta ile tanıştırmak istemesinin nedeni Salih ustanın yaptığı inşaatı göstermekti. Çünkü Salih usta, koca koca taşları harçla değil, hafriyattan çıkan toprağı su ile karıştırarak birbirine bağlıyordu.
Ne çimento kullanıyordu, ne de kum.
Zaten eskiden, kuş uçmaz kervan geçmez Bodrum'da ne çimento varmış ne de kum.
***
Cam bile yokmuş Bodrum'da.
Herkes penceresine ahşap kepenk koyarmış.
Evin aydınlanması için kepenkler açıldığında; kışsa soğuk hava, yazsa sıcak hava girermiş. Onun için, havanın durumuna göre, ya güneye bakan kepengi, ya da kuzeye bakan kepengi açarlarmış.
Bırakın eski yılları, 1980'in başında bile Bodrum'da sadece bir tane camcı vardı.
Mahmut Danacı.
Listeye adınızı yazdırır sıranızın gelmesini beklerdiniz.
O günlerde dükkanda çırak olarak çalışan Seyithan Durgun zaman içinde kalfa oldu ve sonra Umurça Mahallesinde kendi dükkanını açtı.
***
Bugün Bodrum'da ne ararsanız var. Jakuzili İtalyan gömme banyo bile. Halbuki 1980'lerde banyomun beyaz seramiklerini İstanbul'dan almış Bodrum'a taşımıştım.
***
Beyhan bey, o gün, Salih ustadan benim evin derzini yapması için ricada bulundu. Salih ustanın vakti yoktu. Kabul etmedi. Ama merakından olsa gerek, ertesi günü inşaata geldi. Geliş o geliş. Salih usta beni bir daha bırakmadı. Hem ustam, hem de dostum oldu.
"Sen ilk günden benim elime geçecektin ki ben sana üç ayda ev yapayım" derdi. "Keşke" derdim. Ama bana Bodrum'da Salih usta diye bir usta olduğunu söyleyen olmadı ki.
***
Salih ustadan işe başladığı gün sigorta kartını istedim. Özel sigorta danışmanıma verdim. Kendisine de onu sigortalandırdığımı söyledim. Salih usta, bir süre sonra, benim sigorta danışmanıma gitmiş. Sigorta primini yatırıp yatırmadığımı sormuş. Çünkü, Salih usta insanlara olan güvenini yitirmişti. Ve bunda da haklıydı. Bana, "Herodot Oteli'ni 360 günde tek başıma yaptım. Bir gün bile sigorta primi ödemediler" demişti.
***
Bodrum'da Cuma günleri pazar kurulur. Herkes evinin bir haftalık ihtiyacını pazardan alır. Bu nedenle ustalar Cuma günü çalışmazlar. Yevmiyeler Perşembe'den Perşembe'ye ödenir. Ben eğer o Perşembe uzak bir yere gideceksem Salih ustanın haftalığını verir öyle giderdim.
"Acelesi mi var, sonra verirsin" derdi. Ben de, "sana hizmet edenin parasını, terini soğutmadan vereceksin" derdim. Hoşuna giderdi.
***
Doğramacı ustası Çineli Mehmet usta alt katın rabıta tahtalarını döşemeden önce yere beton dökülmesini istedi. Ben de Salih ustadan rica ettim. Kabul etti. Akşam beş oldu ama iş bitmedi. "Eğer devam eder bitirirsen, sana yarım yövmiye daha veririm" dedim. Kabul etti. İşi bitirdiğinde hava kararmıştı. Bir buçuk yerine çift yevmiye verdim.
Çok sonra, bir gün, "bana hayatta iki kadın doğru davrandı. Biri Madame Bleda, biri de sen" dedi.
***
Ne mühendis isterdi ne de mimar. Yalnız Beyhan Türer'i beğenirdi. Hatta bir gün, "bana bir cami projesi çiz, ama karışma. Ben kendim yaparım" demiş.
***
Salih usta İtalyanlarla çalışmış. Onlardan öğrenmiş bildiklerini. "Biz, sabah gün doğumu işe başlar, akşam gün batımı işi bırakırdık" derdi.
Harcı hazırlar, bitirmeden öğle yemeğine gitmezdi. Ben üzülürdüm. "Üzülme, geç giderim, geç gelirim. Harç beklemez" derdi.
***
Eğer benim inşaatta çalışan ustalardan biri geç gelir erken giderse, kızardı. Yalnız kızmakla kalmaz, inşaatı bırakır giderdi.
Ben akşam yemeğinden sonra Salih ustanın evine giderdim. Onu, divana bağdaş kurmuş, iki karış suratla oturur bulurdum. Yalvarırdım. "Benim ne suçum var, onlara kızıyorsun beni cezalandırıyorsun" derdim.
Başlardım ağlamaya. Ertesi sabah gelirdi.
***
Salih usta benim evin derzini yaparken, Muharrem Tan harcı hazırlar, Abdullah Tan da sıva yapardı.
Bir akşam, eve geldiğimde, Hakkı (Uslu) bey Salih ustanın gene işi bırakıp gittiğini söyledi.
Yemeğimi yedim. Evine gittim. Gene divana bağdaş kurmuş, iki karış suratla oturuyordu. Meğer, Abdullah ile Muharrem saat 12.00 olunca harcı olduğu gibi bırakmışlar ve yemeğe gitmişler.
"Salih ustacığım, bunlar çocuk. Sen onların kusuruna bakma, ne olur gel" dedim. "Gelmem" dedi.
Ben başladım ağlamaya. Ertesi sabah geldi.
***
Bazı günler hava birden kararırdı. Yağmur yağacak diye korkardım. Çünkü yağmurun yağması demek, inşaatın durması demekti. Bana, "korkma, Gökova ve Güllük hırsız koylardır, onlar yağmuru çeker" derdi. Hakikaten dediği gibi olurdu. Karardığı halde yağmur düşmezdi.
Salih usta benim ön ve arka avluma çakıl taşları döşeyecekti. Ön avlu için çok özendi. Gece defterine bir şeyler çizmiş. Ertesi sabah, "bak patron, beğendin mi" diye gösterdi. Ben de, "bakmam. Sen nasıl istiyorsan öyle yap. İlerde insanlar kim yaptı diye sorduklarında deseni de, işçiliği de Salih ustanın eseridir demek isterim" dedim.
Salih usta dindardı. Bir seccade çizmişti. Sağ ve sol başlarda selvi ağaçları, yanında mey kasesi, ortada da hayat ağacı vardı. Çok beğendiğimi söyledim.

Salih usta, açık olan sokak kapısını kapattı. Çalışmaya başladı.
İtalyanlardan öğrendiğini başkalarına öğretmek istemiyordu.
O anda, Topkapı Sarayını gezerken hayranlıkla seyrettiğim çinilerimizi hatırladım. Rehber elini çininin üzerine koymuş, Sanat Tarihinde Domates Kırmızısı denilen kırmızının diğer renklerden biraz kabarık olduğunu anlatmış, "nasıl yapıldığı hala keşfedilmedi" demişti.
Yıllar önce annemle beraber Ankara'ya dayımlara gitmiştik. Dayımın bir komşusu vardı. "Hacı baba" derdik. 90 yaşlarında, ak saçlı bir ihtiyardı. İmalat - ı Harbiye'de çalışmış. Top arabalarının tekerleğini yapmış.
Annem Kurtuluş Savaşı'na katılmış bir Cumhuriyet kadını olarak Hacı baba'nın yaptığı tekerleklerden çok etkilenmiş olmalı ki büyük bir heyecanla, "kim bilir kimlere öğretmişsinizdir" dedi.
Hacı baba anneme ters ters baktı, "kimseye öğretmedim" dedi.
Hepsi sırlarıyla öldü.
20 Şubat 1996 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde Erden Türkmence'nin Melih Cevdet Anday'a gönderdiği bir mektuptan bir alıntı yapmak istiyorum.
Türkmence'nin babası, "ölürseniz bedeniniz toprak olur, otlarla, çiçeklerle, ağaçlarla yeniden doğarsınız. Fakat bilip de başkalarına söylemediğiniz, düşünüp de başkalarına öğretmedikleriniz gübre bile olmaz. En iyisi, bildiklerinizi ya bir yere yazın ya da birilerine söyleyin" dermiş.
***
Salih usta öldüğünde ben Bodrum'da değildim. Bodrum'a gidince ilk işim karısına başsağlığına gitmek oldu.
Onunla ilgili anılarımı anlatırken, kendi gibi usta olan iki oğlundan biri, "biz bu anlattıklarınızın hepsini biliyoruz, çünkü akşamları bize hep sizi anlatırdı" dedi.
Ben de karısına, "ama beni çok ağlatırdı" dedim.
Meğer karısı, "Kadını hem ağlatıyorsun hem de ertesi sabah kalkıp gidiyorsun, madem gideceksin niye ağlatıyorsun" dermiş.
Salih usta da, "ama güzel ağlıyor" dermiş.
ben fatma akcaalan ozak dedemı sızın anılarınızdan dınlemek benı cok duygulandırdı agzınıza kalemınıze saglık
YanıtlaSildedem gercekten esı az bulunur bır ınsandı allah ona rahmet eylesın mekanı cennet olsun
o bu dunyaya hem eserlerını hem de ıyı yetıstırılmıs ıyı ınsan 6 evlat bıraktı sımdı onlar da bızı dedemın onları yetıstırdıgı gıbı yetıstırıyor mekanın cennet olsun dedem
Sevgili Fatma, beni ne kadar mutlu ettiniz bilemezsiniz. Öncelikle anılarımı okuduğunuz ve yorum yaptığınız için size çok teşekkür ederim. Bodrum'a geldiğimde sizinle tanışmayı çok isterim. Evet! Dediğiniz gibi Salih Usta eşi az bulunur bir insandı. O benim hem ustam hem de dostumdu. İnşaat sırasında onunla çok güzel sohbetler yaptık. Karşılıklı anılarımızı paylaştık. Yazdığım gibi beni çok ağlattı ama çok da güzel eserler bıraktı. Otuz yıl oldu yaptıkları hala ilk yapıldığı gün kadar sağlam. Gerçekten mekanı cennet olsun. Artık ne onun gibi bir usta ne de onun gibi bir insan var. Sevgiyle.
YanıtlaSil