1979 yılının Ekim ayının son günleriydi. Tam Artemis Oteli'nin önünde, karşıdan gelmekte olan bir hanım bana gülümsedi ve durdu. Ben de durdum.
Prof. Mina Urgan'ı tanıyordum ama tanışmamıştım. Mina Hanım'ın yolun ortasında durmasından ve bana gülümsemesinden cesaret alarak, "Ben Olcay Akkent, Celal ve Gülten Akbay'ın arkadaşıyım" dedim. Mina Hanım Celal'in çocukluk arkadaşıydı ve ben Celal'den, yıllarca, Mina Urgan dinlemiştim.
Mina Hanım gıpta ettiğim ender insanlardandı. Hayatın tadını çıkartmasını bilirdi. Ayrıca çok disiplinliydi. Her sabah 11.00'de denize girer ve bu arada ne kadar gazete ve dergi varsa hepsini okurdu. Saat 13.00'de evine gider, yemeğini yerdi. Öğleden sonra mesleği ile ilgili çalışmalar yapardı. Saat 18.00'den sonra misafir kabul eder ve 19.00'da rakısını içmeye başlardı.
Mina Hanım’ın sohbetine doyum olmazdı. Kendisiyle dalga geçmesini bilir, vaktini hiç boşa harcamaz, misafiri ile otururken bir yandan da yün örerdi.
Mina Hanım denize aşıktı. Onsuz yapamazdı. Havanın nasıl olduğu önemli değildi onun için. Sonbahar gelse, havalar soğusa, o gene denize girerdi. Aslında kalbinden rahatsızdı ve uzun yüzmek için nefesi yeterli değildi. Hiç aldırmazdı.
Çok sigara içerdi. Ama sigarayı böle böle içerdi. Böylece az içtiğini sanırdı.
Yemek yemesini çok severdi. Çok iştahlı, hatta aç gözlü. olduğunu söylerdi. Bir kez üç günlük bir açlık grevine katılmıştı. Nasıl böyle bir karar aldığına ve bunu uyguladığına kendisi de şaşmıştı.
Herkes çok severdi Mina Hanım’ı. Onunla beraber olmak isterlerdi. Ben de bu istekleri Mina Hanım’a iletirdim ve onun onayını aldıktan sonra evimde küçük davetler yapardım.
Mina Hanım “Dinazor” kitabını henüz bitirmemişti. "Olcay, çay sofrasına oturacağınız zaman bana telefon et. Hemen gelirim" demişti. Zamanı çok iyi değerlendiren bir insandı.
Kapıda kendisini karşıladığımda, "beni şık bulmuyor musun ?" dedi. İyice görmem için de bir kaç adım geriye gitti. Gerçekten çok şıktı. "Sümer, dün gece dikti. Bugün sana giydim" dedi.
Tanrım, nasıl bir yaşama sevinci...
***
Evlerimiz çok yakındı. Aramızda sadece bir sokak vardı. Eski bir Bodrum eviydi. Ağa Han ödüllü Nail Çakırhan restore etmişti.
"Senin nezaketin yüzünden az görüşüyoruz" diye sitem ederdi. Çünkü Mina Hanım, saat 19.00'da, TRT 2'de haberleri dinlerken rakısını içmeye başlardı ve bana, "gel, beraber içelim, beraber dinleyelim" derdi. Hem rahatsız etmekten çekindiğim, hem de her akşam rakı içmediğim için, onun istediği sıklıkta gidemezdim.
Bir kere de, Ekim sonu veya Kasım başıydı, yani Bodrum'un tenhalaştığı günlerdi, tam benim evden çıkarken, geri döndü, "Bu ihtiyar kadını yalnız bırakma" dedi.
Ne yazık ki Türkiye Mina Hanım’ı anı kitaplarıyla tanıdı. Halbuki İngiliz Dili ve Edebiyatı Profesörüydü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden emekli olmuştu.
Thomas Malory, Henry Fielding, Balzac, Aldous Huxley, Graham Green, William Golding, John Galworthy ve Shakespeare'den çeviriler yapmış, Elizabeth Çağı Tiyatrosu'nda Soytarılar, Sir Thomas More ve Shakespeare üstüne iki ciltlik kitap yazmış, Shakespeare ve Hamlet adlı inceleme, beş ciltlik İngiliz Edebiyatı tarihi, Virginia Woolf ve D.H. Lawrence üzerine incelemeler yapmıştı. Kimbilir daha başka neler yapmıştı. Bunlar gazetelere yansıyanlardı.
Anıları ile popüler olmak Mina Hanım’ı biraz üzmüştü. Bir kez bana, "Herkes yazdı ama ciddi bir eleştirmenden bir eleştiri almadım" demişti. Sonra bunu 17 Haziran 2000 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nin Kültür Servisi tarafından hazırlanan uzun bir yazıda şöyle dile getirmişti:
"Birçok gazeteci köşelerinde kitabı anlattı. Ama salt edebiyatla meşgul olanlar hiç söz etmeyip görmezlikten geldiler. Çok satıyor diye hor gördüler. Belki yazarlarımız çok satan kitabı pek sevmiyorlar. Bu kadar satması onların gözünde sanki bir 'ayıp' oldu. Edebiyat eleştirmenlerinin kitabımı eleştirmesini istiyorum. Çünkü bence bu kitapta eleştirilecek çok şey var."
18 Haziran 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde çıkan başka bir yazıda ise:
"...Bu yüzden dinozorlukla suçlanmam da vız gelir bana. Çünkü ben dinozoru, tarih öncesi çağların nesli tükenmiş bir hayvanı olarak değil; geçmişin doğruluğu kanıtlanmış ve yadsınmaz değerlerini yeni sentezler yaparak geleceğe taşımayı amaçlayan bir yaratık olarak tanımlıyor, dinozorluğumla övünüyorum" demişti.Prof. Ayşegül Yüksel, Mina Hanım’ı iflah olmaz bir hümanist, inanmış bir toplumcu, ele avuca sığmaz bir yaşamsever olarak tarif ediyordu.
Kendisi ise, "yobazlığa karşıyım, ırkçılığa karşıyım, gericiliğe karşıyım. İnsanların sömürülmesine ve savaşa karşıyım. Sosyalizmden, sevgiden, kardeşlikten, aydınlıktan yanayım" diyordu.
Mina Hanım 15 Haziran 2000'de İstanbul'da öldü.
Aşiyan'a gömüldü.
(...)
(Anılarımdan alınmıştır.)
(Anılarımdan alınmıştır.)
Allah rahmet eylesin... Yetiştirdiği öğrencilerde yaşıyor bu değerli ve ilkeli insan...
YanıtlaSil