22 Ağustos 1990 Çarşamba

14. MÜHEYYA İZER

(09 TEMMUZ 2005)

(...)

Müheyya İzer’i ilk kez Güzin Özipek’in bir davetinde görmüştüm. Güzin Özipek o görkemli lokantasında zaman zaman resim sergileri açar ve bizleri de davet ederdi.

Eskiden Bodrum'da çok davet yapılırdı. Sadece özel kuruluşlar değil yerel yönetim de davet yapardı. Örneğin Belediye Başkanı yahut Kaymakam şu veya bu nedenle söylemek veya danışmak istediği bir konu varsa bizlere davetiye gönderirdi. Hem de kapımıza kadar.

Kale'deki davetler için de aynı yöntem uygulanırdı. Davetiyeler evimize gelirdi. Hatta bugün Müze'de çalışan görevlilerle selamımızın sürüyor olması o günlerden kalma tanışıklıktan kaynaklanır.

Dilerim bu uygulama hala sürüyordur da benim haberim olmuyordur.

Evet! İşte Güzin Özipek’in yaptığı davetlerin birinde Edibe (Berk) Hanım beni Müheyya Hanım ile tanıştırdı.

Müheyya Hanım’ı tanımayı çok istiyordum. İlk sorum, "Ben hergün yoğurt yiyorum, acaba doğru mu yapıyorum?" oldu. Müheyya Hanım da, "Çok iyi yapıyorsunuz, barsaklarınızı çürümekten koruyorsunuz" dedi.

Ayrılırken de klasik sözler söyledik birbirimeze. "Görüşelim". "Görüşelim".

Müheyya Hanım kendi sağlıksız yapısından yola çıkarak, sağlıklı beslenmenin yollarını aramış, bulmuş, uygulamış ve Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme kitabını yazmıştır (Redhouse Yayınları).

Ayrıca yine kendi sağlığı için öğrendiği Yoga'yı, önce evinde açtığı kurslarla başkalarına öğretmiş ve sonra Yoga ve Sağlık kitabını yazmıştır (Sander Yayınları).

Müheyya Hanım ayrıca “Doğal Güzelliğin Sırları” (Redhouse Yayınları), “Baharatın İzleri” (Redhouse Yayınları), Papatyanın İzleri (Pan Yayınları) kitaplarını da yazmış ve Geleneksel Hint Mutfağı kitabını Türkçeye çevirmiştir (Sistem Yayıncılık).

***
Fuat İzer'le evli olan Müheyya Hanım’ın Bardakçı'nın sırtlarında bir evi vardı. Oradan Bodrum'a bisikletle gelirdi.

Şimdi Bardakçı çok değişti. Askeri kampa ilaveten, oteller, moteller ve villalar yapıldı.

İnşaatın kumu, çakılı ile bunaldığım bir gün Müheyya Hanım’a kendisine nasıl yardımcı olacağımı sormuştum. Müheyya Hanım o günlerde Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme kitabını yazıyordu. Eğer müsveddelerini daktilo makinasında yazarsam çok memnun olacağını söyledi. Gün kararlaştırdık.

Müheyya Hanım beni erkenden bekliyordu. Birlikte kahvaltı edecektik. Bu kahvaltının nasıl bir kahvaltı olacağını çok merak ediyordum.

***
Yulaf ezmesi, elma, bal, polen, tarçın, karanfil, ceviz, muz ve bademden oluşan, çok lezzetli, bir karışım yedik. Otlu çaylar içtik.

Sonra terasa masa kuruldu.

Müheyya Hanım, "Besinin insan sağlığını ne denli etkilediğini daha iyi kavramak için birkaç örnek verelim" diye başladı okumaya. O okuyor ben yazıyordum.


1. Örnek: Birinci Dünya Savaşı'nda, savaş alanında ölen 20 yaş dolaylarındaki Amerikan askerlerine otopsi yapılmış ve %45'inde damar sertliği başlangıcı bulunmuştur...

2. Örnek: Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan bir toplumun üyeleri dünyanın en sağlıklı insanlarıdır. Bunlar Hunzalar'dır. Hunzalar'da büyük anneannenin torununun çocuğunu emzirdiği görülmüştür... Hunzalar yoksul bir toplumdur. Kahvaltısı bir avuç kuru yemişten ibarettir...

3. Örnek: Bulgar köylüsünün sağlığı uzun süre bilim adamlarının dikkatini çekmiştir. Bunun Bulgar köylüsünün yediği bol yoğurda dayandığı sanılıyordu... Bulgar köylüsü çok yoğurt yemekle birlikte, her az gelişmiş ülkenin köylüsü gibi yoksul olduğundan eti pek ender yiyor, çok dindar olduğundan yılın üçte birini oruçla geçiriyor ve midesini hiç bir zaman tıka basa doldurmuyordu. Aldığı besin tahıl, sebze, meyve, yoğurt, bol soğan ve sarmısağa dayanıyordu.

Bu satırları büyük bir keyifle yazarken, birden bire başım ağrımaya başladı. Migrenim tutmuştu. Önce buz kestim, sonra boncuk boncuk terlemeye başladım. Ellerim titriyor, midem bulanıyor, kollarım kesiliyordu.

Müheyya Hanım’ı üzmemek için belli etmemeye çalıştım. Ama bu migren öyle lanet birşeydi ki insanı ölme raddesine getiriyordu.

Masadan kalktım ve biraz uzanmak istediğimi söyledim. Beni divana yatırdı.

Yatış o yatış.

***
Ertesi sabah, daktilo makinamı orada bırakıp, Bardakçı'nın taşlı topraklı tepelerinden düşe kalka aşağı indim ve doğru eve geldim.

Hakkı Uslu’nun çatı katında oturuyordum. Yukarı çıkmadan önce onlara haber vermek istedim. Zaten bir gece önce eve gelmemiştim. Beni merak etmiş olabilirlerdi. Bir de hasta olduğumu bilsinler istiyordum.

Hakkı Bey’in kapısı açıktı. Beni görünce içeri çağırdı. Ben başıma gelenleri anlattım. Hakkı Bey bir yandan beni dinliyor, bir yandan da, "Olcay Hanım, Kibare balık kızartıyor, otur beraber yiyelim" diyordu.

Ben de, "A! Hakkı Bey hiç öyle yağda kızarmış balık yenir mi. Birinci Dünya Savaşı'nda ölen 20 yaşındaki Amerikan askerlerinin %45'inde damar sertliği bulunmuş, halbuki Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan Hunzalar'da" diye bir gün önce öğrendiklerimi büyük bir ukalalıkla anlatıyordum.

Tam o sırada Kibare nar gibi kızarmış barbunyaları sofraya getirdi.

Etrafa nefis bir balık kokusu yayıldı. 

Ne 20 yaşındaki Amerikan askerlerinin damar sertliği, ne de büyük anneannenin torununun çocuğunu emzirdiği umurumdaydı.

Zaten bir önceki günün sabahından beri açtım.

Sofraya oturdum ve büyük bir iştahla balığı yemeğe başladım.

***
Müheyya Hanım Bodrum'daki evini sattıktan sonra İstanbul'a döndü. Önce Bebek'te sonra İstinye'de oturdu. Yoga dersleri verdi. Alternatif Tıp Dergileri'ne makaleler yazdı.

Müheyya Hanım çok tez canlıydı. Bu yüzden iki kez düştü. İkinci düşüşünden sonra toparlanamadı. Çok zayıftı. Kemikleri incecikti. Çok acı çekti.

O halinde bile yeni birşeyler öğrenme hevesindeydi. Reiki Master Makbule Çelik'e bana Acmos öğret diye tutturmuştu. İnanılır gibi değil.

***
Müheyya Hanım 2001 yılının Haziran ayının son günlerinde İstanbul'da öldü.

Ben Bodrum'daydım.

Arkasında büyük bir boşluk bıraktı.

Çok değerli bir dost, nev'i şahsına münhasır (kendine özgü) bir insandı.

Ne zaman bir sağlık sorunumdan söz etsem, "Her sabah büyük aptestinizi yapıyor musunuz" derdi. "Yapıyorum" derdim. "Yapıyorsunuz ama ne kadar yapıyorsunuz" derdi. O anda, çok kızardım. "Ne bileyim ben ne kadar yapıyorum" derdim. Ben kızdıkça, o daha da ileri giderdi. "Barsaklarınızın iç duvarındaki pislikleri temizliyor musunuz" derdi. Daha çok kızardım. "Herhalde barsaklarımın içini dışına çevirip fırçayla yıkayacak değilim" derdim.

Halbuki Bitkisel Protein ile Dengeli Beslenme kitabını daktiloda yazmaya gittiğim gün, koca bir bardak su içmiş, sonra şezlonga uzanmış, barsaklarını çalkalamıştı.

O çalkalarken ben barsaklarının hareket ettiğini görmüş, suyun sesini duymuş, donakalmıştım. Kimden öğrenmişti ? Nasıl öğrenmişti ? Bu beceriyi ne kadar zamanda kazanmıştı?

Zamanla Müheyya Hanım’ın ne demek istediğini ve sorduğu soruların ne kadar önemli olduğunu çok iyi anladım.

Ama anlamakla olmuyor. Müheyya Hanım olmak lazım.

***
Ölümünden sonra, Bodrum'da, Müheyya hanımı tanıyanların geldiği birgün onu yad etmek için ondan öğrendiğim bir şeyi yaptım. Şeftaliyi rendeliyorsunuz, içine bal koyuyorsunuz. Koyulaştırmak için, mısır nişastasını az bir su ile biraz pişiriyorsunuz. İçine katıyorsunuz. Karıştırıyorsunuz. Sonra buzluğa koyuyorsunuz. Dondurma gibi ikram ediyorsunuz.

Herkes severek yedi. 

(...)

(Anılarımdan kısaltılarak alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder