Ben bayramları üçe ayırıyorum. Çocukluktaki bayramlar, gençlikteki bayramlar, yaşlılıktaki bayramlar.
Çocukluktaki bayramlar, hiç şüphesiz bayramların en güzelidir. Aslında çocuk çok şey bekler bayramdan. Ama büyükler de ancak olanakları nispetinde bir şeyler yapmaya çalışırlar.
Biz bir memur ailesiydik. Babam askeri veterinerdi. Dar gelirli değildik ama sabit gelirliydik. Babamın aylığının harcanacağı belli yerler vardı. Herhalde bu bize çok iyi anlatılmştı ki biz hiçbir şey istemeden büyüdük.
Verileni giydik. Önümüze konulanı yedik. Nereye gitmemiz uygun görülüyorsa oraya gittik.
Her bayram yeni bir elbise, yeni bir ayakkabı alınmazdı. Alındığı zaman çok sevinirdik. Böylece bir şeye sahip olmanın değerini, gündelik ile yabanlık arasındaki farkı öğrendik.
Bayramda herkes gelir durumuna göre ikramda bulunurdu. Az gelirliler akide, orta gelirliler lokum, çok gelirliler de çikolata ikram ederlerdi. Çikolata ile likör verenler de olurdu. Ama en büyük ikram şekerlemeydi.
Şekerlemeyi ikram etmenin bir adabı vardı. Örneğin büyük bir gümüş tepsinin bir tarafına su dolu bardaklar, diğer tarafına boş bir bardağın içine gümüş kaşıklar konurdu. Ayrıca bir de içi su dolu bir bardak vardı. Ortada da dışı gümüş içi cam bir kasede şekerleme (loğuk) dururdu. Gümüş tatlı kaşığı ile şekerleme alınır, üzerine bir bardak su içilir, kaşık su dolu bardağın içine bırakılırdı.
Daha evden çıkmadan çocuklara arsızlık yapmamaları, ikram edilen şeyden sadece bir tane almaları tembih edilirdi.
Bayramda genellikle tatlı yapılır, tel kadayıfı sobanın üzerinde pişirilirdi.
Bayramda el öpünce ya mendil ya da para verilirdi. Paramızı kumbaramıza atardık. İki kardeş arasında seninki mi yoksa benimki mi daha çok kıskançlığı yaşanır, anneannemizin araya girmesiyle anlaşma sağlanırdı.
Bizi bayram yerine götürmezlerdi. Biz ev çocuklarıydık. Babam ya bahçeli ya da balkonlu ev tutardı. Ağabeyimle halı üzerinde bilya oynardık. Onun için şimdi sokakta oynayan ç ocukları, hele birbirleriyle “oha” diye konuşan çocukları çok yadırgıyorum.
Biz, çağrıldığımız zaman gelen, yapma dendiği zaman yapmayan çocuklardık.
Büyüklerimiz bize çok emek verdiler. Ben ne öğrendimse çocukluğumda öğrendim. Örneğin, teşekkür etmesini, özür dilemesini, büyüğe saygı göstermesini ve daha pek çok gerekli şeyi anneannemden, annemden, teyzelerimden hatta yengelerimden tevarüs ettim (miras aldım).
***
Gençliğimdeki bayramlarda arkabalarıma, dostlarıma, arkadaşlarıma bayram kartı yazmayı yeterli bulur, nereye gitsem ya da nereye gitsek diye planlar yapardım
60’lı yılların başında Ankara’dan Antalya’ya 21 saatte giderdi otobüsler. Üç gün kalır gene 21 saatte geri dönerdik. Yorgunluk nedir bilmezdik. Gençtik.
O yıllarda otobüsler de yollar da çok kötüydü. Örneğin, bavullar otobüsün üstüne konur, iple sıkı sıkı bağlanırdı. Antalya’nın virajlı dik yokuşlarını tırmanırken çok korkardık. Söylentiye göre otobüs virajı alırken tam yavaşladığı sırada haydutlar otobüsün üzerine çıkar bavulları aşağı atarlarmış. Gerçi bizim başımıza böyle bir şey gelmedi ama gene de gözümüz virajlarda, kulağımız yukarıda olurdu.
***
Bayram her yaşta bayramdır. Yaşlılıkta da. Özellikle İstanbul’da, Üsküdar’da, benim mahallemde, ben bayramı dorukta yaşarım.
Bodrum’da bayramın pek tadına varamıyorum. Herhalde Bodrumlular kendi aralarında bayramlaşıyorlar.
Benim atalarım 1900’de gelmişler Üsküdar’a. Karşı sahilden. Avrupa Yakasından. Nişantaşı’ndan. Mahallede bizim kadar eski çok az aile kaldı. Kimi öbür dünyaya göçtü kimi İstanbul’un başka semtlerine. Sonradan gelenlerin bazıları bizim örf ve adetlerimize uydular. Ben bayramlarda hiç kapı dışarı çıkmam. Çünkü artık mahallenin en büyüğü benim. Ama yakın bir tarihte kaybettiğimiz iki değerli komşumuz benden büyük oldukları halde bana gelirlerdi. Çünkü ben onlara teyzemden yadigardım.
İstanbul’da olduğum her bayram Hacıbekir’den aldığım badem şekeriyle badem ezmesini teyzemden bana hatıra kalan şekerlikte misafirlerime ikram ediyorum. Böylece bir ananeyi de sürdürmüş oluyorum.
Kendim bir zamanlar genç olduğum için gençleri çok iyi anlayırum.
Özellikle çalışan gençleri.
Ararlarsa seviniyorum.
Gelirlerse daha çok seviniyorum.
Ne kadarsa o kadarla yetiniyorum.
Hiç sitem etmiyorum.
Böyle davranmak beni sevimli bir ihtiyar yapıyor.
Sevimli bir ihtiyar da sevimsiz bir ihtiyardan daha çok seviliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder