23 Ağustos 1990 Perşembe

36. TOPRAK İŞLEYENİN, SU KULLANANIN

(16 KASIM 2006)

Ankara’da İngilizcemi ilerletmek için önce Türk Amerikan Derneği’ne, sonra İngiliz Kültür Heyeti’ne, daha sonra da Oxford’da Sir Pitman School of English’in altı haftalık yaz kursuna gittim. Özel tersler de aldım. Aslında kolay dil öğrenen biri değilim.

Özel aldığım dersler içinde en renkli olanı, hiç tartışmasız, Rahşan Ecevit’ten aldığım derslerdir.

Bülent ve Rahşan Ecevit: Ankara’da, Kızılay’da, Ziya Gökalp Caddesi’ne girince, sağdaki ilk sokak olan Selanik üzerindeki ikinci veya üçüncü apartmanın çatı katında oturuyorlardı.

Kitaplarla dolu, çok sade döşenmiş, kişiliği olan bir evdi.

Derse başlamadan önce, Rahşan Hanım bana Bülent Bey’in ya yeni yazdığı, ya da en son çevirdiği bir şiirini okurdu.

Çok saygılı, çok sevgili bir ilişki içinde oldukları daha ilk bakışta belli oluyordu.

Çok alçak gönüllü insanlardı.

Bülent Bey Ulus Gazetesi’nde çalışıyordu.

Kısa bir süre sonra Bahçelievler’e taşındılar. Yeni evlerine ilk kez gittiği gün, ben kapıdan içeri girerken Bülent Bey dışarı çıkıyordu. Elinde sefertası vardı. Raşan Hanım müjdeyi verdi. Bülent Bey Gece Sekreteri olmuştu. Bu hem rütbesi yükselmiş hem de maaşı artmış demekti.

Artık pencerelerine perdelik kumaş alabilirlerdi.

Keşke hayatları hep o günlerde olduğu gibi sürseydi, sürebilseydi diye düşündüğüm günler çok olmuştur.

Ama mümkün mü?

***
Ecevit, her fani gibi öldü.

6 Kasım 2006 Pazartesi gününden beri Cumhuriyet Gazetesi’nde sayfalar dolusu yazılar çıkıyor. Hepsini dikkatle okuyorum. Bazılarının altını kırmızı kalemle çiziyorum. Kesiyorum. Saklıyorum.

Televizyonda da haber, yorum ve belgesel olarak ne varsa hemen hepsini izlemeye çalışıyorum. Çalışıyorum diyorum çünkü genelde tüm kanallar söylemek istediklerini hep aynı saatlerde söylüyorlar. Adeta bir kanaldan diğerine kanat takıp uçuyorum.

***
Niçin Ecevit’i bu kadar önemsiyorum?
Çünkü ben ondan çok şey öğrendim.
O benim ufkumu açtı.
Bir zamanlar onun arkasından koştum.
Son seçimlerde gene oyumu ona verdim.
Çevremin, “oyuna yazık ediyorsun” uyarılarına, hatta baskılarına karşın.
Çünkü ona oyumla veda etmek istiyordum.
Bu bir vefa borcuydu.

***
Ecevit de her siyasetçi gibi inişlerle çıkışlarla dolu bir hayat yaşadı.

Büyük kalabalıklarla çevrildiği günler olduğu gibi yalnız bırakıldığı günler de oldu.

Çok sevildiği hatta ilahlaştırıldığı günler olduğu gibi, unutulduğu günler de oldu.

Doğruları olduğu gibi yanlışları da oldu.

Onları burada sıralamak istemiyorum. Benim yaşıtlarım zaten bunları yaşayarak gördüler.

Gençler ise bugünlerde görsel ve yazılı medyadan öğreniyor olmalılar.

***
Yalnız iki şeyi burada belirtmek istiyorum.

Birincisi, “ortanın solu” deyimini ilk kez İsmet İnönü kullanmıştır. 60’lı yılların ortasında.

Ama bunu yaygınlaştıran hatta doğallaştıran Ecevit olmuştur. Yoksa biz değil
ortalık bir yerde, evimizde, kendi aramızda bile solun lafını edemezdik.

İkincisi, Ecevit siyasete nezaketi getirmiştir. Eğer bugün politikacılar, kendilerine sorulan soruları yanıtladıktan sonra “teşekkür ederim” sözcüğünü kullanabiliyorlarsa bunu Ecevit’ten öğrendikleri için yapabiliyorlardır.

Hiç unutmuyorum.
Kıbrıs Barış Harekatı yapılmış.
Hiç haberimiz yok.

Ecevit, Genel Kurmay Başkanlığı’nın merdivenlerinde, her zamanki zarafeti ile,
bize bunun haberini verdikten sonra, etrafındaki gazetecilere döndü ve “teşekkür ederim” dedi.

Biz annemle birbirimize bakıştık.

Ertesi günü Bakanlıklardan dolmuşa biniyorum. Kızılay’a gideceğim. Yolcular o güne kadar hiç yapmadıkları bir şeyi yapıyorlar. Örneğin, Arabanın sürücüsüne parayı verirken de üstünü alırken de, inen yolcuya yol verirken de binen yolcuya yer verirken de teşekkür ediyorlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder