28 Ağustos 1990 Salı

38.73 İNSTAMATİK 50

Bir kır kahvesinde oturuyorum.
İzmir'de.
Kordon’da.
Denizin kenarında.

Bugün için çok doğal olan bazı şeyler o yıllarda hiç doğal değildi.
Örneğin, bir kadının, hem de genç bir kadının sadece erkeklere
mahsus bir kahveye girip oturması... Kabul edilir bir şey değildi.

Nitekim kahvedeki erkekler de kabul etmediler.
Meraklı gözlerle baktılar.
Bana soramadıklarını bakışlarıyla birbirlerine sordular.

Uzun bekleyişlerden sonra baktılar ki umdukları gibi değilim.
Kendi halimdeyim.
Onlarla ilgilenmiyorum.
O tarafa bakmıyorum bile.
Sadece elimdeki bir aleti evirip çeviriyorum.

Tekrar kendi dünyalarına döndüler.

***
Elimdeki alet bir fotoğraf makinesiydi.
İnstamatik 50.
Köln’de, 1965 yılında, arkadaşım armağan etmişti.

For the silly persons (aptal insanlar için),
Push the bottom (düğmeye bas) denmesine karşın
Life mecmuasının fotoğrafçısı bu makineyi kullanıyordu.

Hatta dünyada on kişiden dokuzu da.

***
O makine ile çok fotoğraf çektim.
Film kaset halinde satılırdı.
Alır yuvasına koyardınız.
Hepsi o kadar.
Sarması yok.
Ayarı yok.

Sadece güneşli ya da kapalı havalar için kullanılan küçük
bir perdesi vardı. Onu kaldırmak veya indirmek yeterliydi.

Eğer yanlış hatırlamıyorsam o yıllarda Kodak filmleri
Türkiye’de basılmıyordu. Baskı için Almanya’ya gönderiliyordu.

Ben, kare ve kenarı çerçevesiz olsun isterdim.
İstediğim gibi yaparlardı.

***
O gün o kır kahvesinde dört saat oturdum.
Güneşi tam denize düşerken çekecektim.
Siyah – beyaz olacaktı ama önemsemiyordum.

Önemsediğim, sadece bir tek poz çekebilecek olmamdı.
Çünkü, on iki filmin on birini kullanmıştım.

Bu durumda sadece bir kez ‘Push the bottom’ yapabilecektim.
Ve yaptım.


***
İnsan bir şey yaptığı zaman emin olmak ister.
Bir ustaya sormak gelir içinden.
Sonra bunu tutku haline getirir.

Tutkumun dorukta olduğu bir gün,
çok ünlü bir fotoğraf ustasının kaldığı otele gittim.

İstanbul’da yaşıyordu.
Ankara’ya sergi açmak için gelmişti.

***
Eline, çektiklerimi verdim.
Tomar halinde.
İskambil kağıdına bakar gibi baktı.
Öndekini arkaya geçirerek.
Hızlı. Hızlı.

Ve her bir fotoğrafı çevirirken aynı soruyu sordu.
“Hangi makineyi kullanıyorsunuz?”

Ben de hep aynı yanıtı veriyordum.
“Sonunda söyleyeceğim”.

Keyifle.
Zaten bu keyfi tatmak için oradaydım.

***
“Teknik çok iyi” diyordu.
Pek anlamıyordum ne dediğini.
Hangimizin tekniği?
Benim mi?
Makinenin mi?

Sormadım.
Ayıp olmasın diye.

***
Fotoğrafları geri verdi.
Yüzüme baktı.
İsrarla sorduğu sorunun yanıtını bekliyordu.

“İnstamatik 50” dedim.
Küçük, çok küçük, küçücük bir ‘Aferin’ bekleyerek.

Ama hayır.

***
Her yaşta.
Her konumda.
Her durumda.
Her konuda.
Her ilişkide.
Kıskançlık.

***
Bu yazıyı iflas eden Kodak için yazdım.

Bunca sene olanaklarından yararlandığım için.
Hüzün duyarak. Kapandığı için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder