Öyle demişlerdi.
Binbir zorlukla alınan ahşaplar...
Binbir zorlukla sürdürülen inşaat.
Ve kurtlar...
Mehtaplı gecede kesilen ahşapta olurmuş.
Demek ki kurt da benim gibi mehtabı seviyor.
Ama ben hiç kurt olmadım.
Talaş olup dökülmedim.
Hepsi denendi. Yurtdışından ilaç bile getirtildi.
Uzun gagalı aletlerle ahşabın içine sıkılmadık şey kalmadı.
Hiçbir yararı olmadı.
Kurt, kurtluğundan vazgeçmedi.
Sonra kurt beni unuttu.
O beni unutunca ben de onu unuttum.
Ben, benden sonra ev yapacaklara yol gösterici oldum.
Sordular. Anlattım.
Sormadılar. Gene anlattım.
Onlardan biri, bilmem nereden, bilmem kaç yıllık,
bilmem ne ahşabı getirtti, bilmem kaç paraya.
Müşterek bir dostumuz anlata anlata bitiremezdi.
Kullandıkları o ahşabın özelliklerini.
Çok kıskanırdım.
Ama çok kıskanırdım.
O ahşapları da kurtlar yedi.
Gittiler.
Yazının tam burasında, bir de baktım ki
artık talaşçıklar dökülmüyor.
Ölsün.
İstanbul–Bodrum Seferi’ni anlatacaktım.
Araya kurtlar girdi...
Her zaman Pendik’ten Yalova’ya geçerdik.
Çok pahalandığı için bu kez Eski Hisar’dan Topçular’a geçtik.
İlk mola, Özdilek tesisleri.
İkinci mola, Köfteci Ramiz.
Üçünçü mola, Çeri. (Bafa Gölü)
Dördüncü mola, ev.
Çok pahalandığı için bu kez Eski Hisar’dan Topçular’a geçtik.
İlk mola, Özdilek tesisleri.
İkinci mola, Köfteci Ramiz.
Üçünçü mola, Çeri. (Bafa Gölü)
Dördüncü mola, ev.
Hoş bulduk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder