gelecek olan arabayı beklemeden İstanbul’a döndüm.
Yağmurlar başlamadan, havalar soğumadan.
sordum. “Götürürüm” dedi.
Ama uzun yolun kısa yola benzemediğini, dinlene dinlene gideceğimizi,
bir yandan yolculuğun keyfini çıkartırken diğer yandan da öğle yemeğini
Manisa’daki Köfteci Ali’de, akşam yemeğini Orhangazi’deki Köfteci
Yusuf’ta yiyeceğimizi, Özdilek tesislerinde de mola veracağimizi
söyledim.
Kabul etti.
19 Ekim Cuma sabahı, saat 08.30’da
yılların Şefika’sı bizi yolcu etti.
Arkamızdan su döktü.
Ne yazık ki kahvaltıyı Bafa Gölü’nde yapamadık.
Çünkü yol çalışması nedeniyle bazen dört saat beklendiği
oluyormuş.
Çeri’ye yukarıdan el salladık.
Yolumuza devam ettik.
***
Söke’den çıkınca Sazlı Köy civarında bir büfenin önünde durduk.
Durduğumuz yer yolun sağ tarafındaydı.
fırından (Royal Unlu Mamuller) aldığım,
su böreği ve üzümlü kek vardı.
Çay söyledik.
Kahvaltı yaptık.
Merak ettim.
İranlı olduğunu söyledi.
Çok şaşırdım.
Türkiye’de doğmuş.
Hanımı, çocukları varmış.
Birazdan geleceklermiş.
Üstü başı temizdi.
Önünde, ütülü gibi duran beyaz bir önlük vardı.
Adı?
Adını sormadım.
Doğada renklilik yoktu.
Ama yemyeşil ormanlar vardı.
İnsanı dinlendiren, huzur veren ormanlar.
Aşağı doğru indik.
Manisa’ya vardık.
Köfteci Ali’ye geldik.
Gene kağıt yayıldı.
Ama masa örtüsünün üzerine yayıldı.
Hiç hoşlanmadım.
mermer masaya yayılmış kağıt üzerinde yerdim.
Gene öyle yemek istiyordum.
‘Köfteci Ali’ denince bunu anlıyordum.
Herkese de böyle anlatıyordum.
Mermerin köfteleri soğuttuğunu söylediler.
Ama biz köfteyi soğutacak kadar kalmıyoruz ki...
Zaten oraya geldiğimizde çok acıkmış oluyoruz.
Bir acele yiyip yolumuza devam ediyoruz.
Geldi.
Masaya kondu.
Bakakaldım.
Çünkü bu benim bildiği piyaz değildi.
bir kaç tane haşlanmış fasulye.
Halbuki piyazın esası haşlanmış kuru fasulyedir.
Üzerine hazırlop yumurta, siyah zeytin, soğan,
maydanoz konur. Zeytinyağ ve limon gezdirilir.
Kendisiyle görüşemedim.
Aylin Akın, kendisine iletecekti.
Dilerim iletmiştir.
Gene yollara düştük.
Etrafı seyrettik.
Üzüldük.
Rüzgar değirmenlerini gördük.
Sevindik.
Yalova yolu üzerindeki
Özdilek Alışveriş Tesisleri’ne geldik.
Bir şey almasam da dolaşırım.
Yeni çıkan ürünlerle ilgilenirim.
Bunun da bir kültür kazanımı olduğuna
düşünürüm.
Sonra pastanesinde oturduk.
Kaymaklı ekmek kadayıfı yedik.
Kadayıfın ağdalısını, hatta biraz dibi tutmuşunu severim.
Yediğim de fena sayılmazdı.
Sonbaharda günler kısalmaya başlıyor.
Hava erken kararıyor.
Ben karanlıkta yolculuk yapmasını sevmiyorum.
Ama her yolculuk da ilkbaharda olmaz ki...
Yol köftecilerle doluydu.
Benimle yaşıt.
Geçen yıl Orhangazi’deki Köfteci Yusuf’ta yemiştim.
Bu yıl da aynı yerde yemek istedim.
Eğer üç kişiyseniz, yarım kilo diyorsunuz.
Adam başı altı tane köfte geliyor.
Doyurucu büyüklükte altı tane.
Kilonun yanında porsiyon olarak da veriyorlarmış.
Onu tercih ettik. Gene altı büyük köfte vardı tabakta.
Ve merakla bekledim.
Sofraya; kuru fasulyesi, hazırlop yumurtası, siyah zeytini,
maydanozu, zeytinyağı ve limonu ile ciciannemin yaptığı
piyazın tıpkı eşi geldi.
“İşte bu” diye sessiz bir çığlık attım.
Yalnız Köfteci Yusuf için de bir eleştirim olacak.
Lokanta açmak önemlidir.
Lakin müşteriyi memnun etmek çok daha önemlidir.
Köftenin lezzetli, piyazın aslına uygun olması yetmez.
Personelin eğitimli olmasıdır esas olan..
Bunun da mazereti yoktur.
Topçular’dan Eskihisar’a geçtik.
E5’ten Harem’e geldik.
Mazharbey Apartmanı’nın görevlisi,
Seyfi Doğan kapıda bekliyordu.
Eşyalar yukarı taşındı.
Hayat İstanbul’da yeniden başladı.
Sevgiyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder