HAKLISINIZ.
ÇÜNKÜ AİLE ŞECEREMİZ 1777 SENESİNDE I.ABDÜLHAMİD’İN SADRAZAMI KARAVEZİR NAMLI SEYİT MEHMET PAŞA’NIN SİLAHTARI İSMAİL AĞA İLE BAŞLIYOR.
BEN DE ANILARIMI BU ŞECEREYE GÖRE YAZDIM. TABİİ İSMAİL AĞA‘DAN ÖNCESİ DE VAR AMA YANGINDA YANMIŞ. (Zaten tüm aileler için geçerlidir bu. Eskiye ait ne varsa, eşya olsun belge olsun ya yangınlar, ya savaşlar ya da son bulan evlilikler yüzünden yok olup gitmiştir).
BENİM ELİMDEKİ, DEDEM HÜSEYİN MAZHAR BEY’İN BAŞLATTIĞI, ÜVEİS MASKAR DAYI’MIN SÜRDÜRDÜĞÜ VE AĞABEYİM DR. OKTAY C . AKKENT İLE İNŞ.YÜK.MÜH.ÜSTÜN ARTUÇ’UN BİRLİKTE HAZIRLADIKLARI ŞECERE.
***
ANILARIMI YAZMAYA ÇOK GEÇ KARAR VERDİM. 1995 YILI OLMALIYDI. BÜYÜKLERİMİN HEMEN HEPSİ ÖLMÜŞTÜ. SORACAK KİMSEM YOKTU.
HALBUKİ BÜYÜKLERİM ÇOK ŞEY ANLATIRDI. OSMANLI BİR AİLEYDİ.
İSMAİL AĞA’DAN SONRA GELEN İKİNCİ BÜYÜĞÜMÜZ MUZIKAY – I HÜMAYIN KUMANDANI (Saray Bandosu’nun Kumandanı) OSMAN PAŞA’NIN ÜÇ ÇOCUĞUNDAN BİRİ OLAN SAADET HANIM SARAY EBESİYDİ. II.ABDÜLHAMİD’İN KIZI ZEKİYE SULTAN’IN KIZI FATMA ALİYE SULTAN’I DÜNYAYA GETİRMİŞTİ.
BİLDİĞİM BU KADARDI.
***
MADEM ANI YAZMAK GİBİ SORUMLU BİR İŞE BAŞLAMIŞTIM DÖRT BAŞI BAYINDIR OLSUN İSTİYORDUM. BU AMAÇLA DOLMABAHÇE SARAYI, YILDIZ SARAYI, TOPKAPI SARAYI, BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, KÜTÜPHANELER, TÜRBELER, MEZARLIKLAR, ARAŞTIRMA MERKEZLERİ, ANSİKLOPEDİLER, TIP TARİHİ KÜRSÜSÜ, EBE OKULU, EBELER DERNEĞİ VE TARİH VAKFI… DOLAŞTIM DURDUM.
HÂLÂ DA DOLAŞIYORUM.
***
1982 YILINDA VEFAT EDEN DAYIM ORD.PROF.DR.ÜVEİS MASKAR’IN EŞİ LEYLA YENGEM, DAYIMIN BÜYÜK BİR TUTKU İLE BİRİKTİRDİĞİ BELGELERİN HEPSİNİ BANA VERDİ.
MAL KIYMETİ BİLİYORUM DİYE.
ONLARI 35 YIL BOYUNCA, SAYGI VE SEVGİYLE KUTULAR İÇİNDE SAKLADIM. ZAMAN ZAMAN AÇTIM BAKTIM. HAVALANDIRDIM. RUTUBETTEN KORUDUM.
VE TÜMÜNÜ ANILARIMDA DEĞERLENDİRDİM. BLOGUMA TAŞIDIM.
(Tabii ben taşımadım. Sevgili Yaprak Çetinkaya taşıdı. Bir ara paniğe kapıldım. Ya bitmeden ölürsem diye. Ona söylediğimde, “Bunu ben de düşündüm. Sorumluluğu alacağım. Yoluma devam edeceğim. Anılarınızı muhakkak yayımlayacağım” dedi. İşte dostluk).
***
AMA 88 YAŞINA GELİNCE ÖZELLİKLE KUTULARIN İÇİNDEKİLER BENDEN SONRA NE OLACAK DİYE BİR TELAŞA KAPILDIM.
TABİİ AİLEDEN BİRİNE, ÖZELLİKLE GENÇ BİRİNE EMANET EDECEKTİM.
EDECEKTİM DE O NE YAPACAKTI?
BENİM YAPTIĞIMI YAPACAKTI.
KUTULARIN İÇİNDE SAKLAYACAKTI.
***
AMA BUNLAR KAĞITTI. KAĞIDIN ÖMRÜ NE KADARDI? ZATEN BAZILARI KAT YERLERİNDEN YIRTILMAYA BAŞLAMIŞTI BİLE.
O ZAMAN BU HAZİNEYİ BİR KÜTÜPHANEYE BAĞIŞLAMANIN EN DOĞRU YOL OLACAĞINI DÜŞÜNDÜM.
VE İSLAM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ (İSAM) KÜTÜPHANESİNİ SEÇTİM.
NİÇİN ONU SEÇTİM?
1999 YILINDA TANIDIĞIM, HİZMETİNDEN ÇOK YARARLANDIĞIM, ÇALIŞMA VE SAKLAMA YÖNTEMLERİNİ ÇOK BEĞENDİĞİM İÇİN SEÇTİM.
İSLAM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ KÜTÜPHANESİNİ BİLİYOR MUYDUM?
HAYIR. BİLMİYORDUM.
O ZAMAN NASIL BULDUM?
BU UZUN BİR ÖYKÜDÜR.
AMA YAZMAYA DEĞERDİR.
***
(…) 1954 yılının Nisan ayında anneme ve teyzelerime kişi başına babalarından yani dedemden 30 Lira 88 Kuruş yetim (Eytam) maaşı bağlandı.1977 yılının Mart ayında, yani 23 yıl sonra, Emekli Sandığı'ndan anneme bir yazı geldi. Bu yazıda dedemin öğrenim durumunu gösterir diplomanın aslı veya tasdikli örneği ile dedemin öğrenim durumunun Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi Başkanlığı'nca muadeletinin tespit ettirilmesi isteniyordu. Yani Enderun Mektebi acaba o günün Türkiye'sinde hangi okula tekabül ediyordu.
Doğal olarak bu, başta annem olmak üzere hepimizi şaşırttı ve annemin Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Dairesi, Maliye Bakanlığı ve Emekli Sandığı ile macerası başlamış oldu. Yazışmalar uzun sürdü. Çünkü gerek her iki Bakanlık, gerek Emekli Sandığı Enderun'un hangi okula tekabül ettiğini bilemedikleri ve bir araştırma yapma zahmetine katlanmak istemedikleri için "Enderun Mektebi ilkokuldur" diye düşünüyorlardı.
Onların bu "düşüncesi" annemin çok gücüne gitti. Çünkü annem, Sadaret'te Evrak Mümeyyizi olarak 26 yıl çalışmış, terfiler, ödüller, rütbeler, nişanlar almış bir insanın ilkokul mezunu olamayacağından emindi ve Üveis (Maskar) dayımdan Enderun Mektebi hakkında bir araştırma yapmasını istedi.
İstanbul'a birkaç günlüğüne izinli olarak gelmemden yararlanarak Üveis dayımla beraber Topkapı Sarayı'na gittik. Arşiv Dairesi'ndeki Asistan Ülkü Altındağ ile görüştük. Dayım durumu Ülkü hanıma anlattı. Ülkü hanım, Enderun mektebi üzerine yeterli bilgi olmadığını ama kendisinin bu konuda bir tez hazırladığını söyledi. Bu dayımı çok mutlu etti. Hemen kartını verdi. Bu tez bittiğinde kendisine bir nüsha göndermesini rica etti.
Her ne kadar o gün Enderun mektebi hakkında bir bilgi alamadıksa da, bizi çok mutlu eden bir olaya tanık olduk. Ülkü hanım bize Enderun Mektebi Mezunlar Defteri'ni gösterdiğinde dedemin ismini sayfanın başında gördük. Aldığı notlar sırayla yazılmıştı.
Çok heyecanlandım. Tuhaf duygular yaşadım. Dedem hayattaymış gibi geldi. Sanki Üsküdar'a gidecek ve "dedeciğim, bakın sizin sınıf geçme notlarınız" diyecekmişim gibi geldi.
Ben Ankara'ya döndüm. Dayım araştırmalarını sürdürdü. (…) Pek çok gidip gelmeler, bir o kadar da yazışmalar sonunda Talim Terbiye Dairesi dedemi ortaokul mezunu kabul etti. Nedense 14 yıllık tahsile "lise" diyemedi.***
Annemin maaşında bir değişiklik oldu mu hatırlamıyorum. Zaten annem bu olaydan bir kaç ay sonra vefat etti. (…)
Dedem Enderun'dan mezun olmuştu ama ben Enderun'un ne olduğunu bilmiyordum. Öğrenmek istiyordum. Mayıs 1998'de, yani Üveis dayımla gidişimizden 21 yıl sonra Topkapı Sarayı'na tekrar gittim. Sarayın iç avlusundaki duvarlardan birinde Enderun hakkında bir pano vardı. Hemen not aldım. (…) Bu bilgilerle de yetinmek istemedim. Müdür beyin önerisi ile Arşiv Dairesi'ne gittim. Daire Başkanı, kendisini asistanken tanıdığımız Ülkü Altındağ'dı. O sırada bir toplantıdaydı. Halbuki onunla görüşmeyi, yirmi yıl öncesini, özellikle Üveis dayımın ricasını hatırlatmayı çok istiyordum. Çünkü Ülkü hanım sözünü ettiği çalışmayı dayıma göndermemişti.
Girdiğim odada üç görevli vardı. Bu üç görevliden ikisi beni durdurdu. Niçin geldiğimi, ne istediğimi sordular. Ne istediğimi anlatıyordum ama onlar yalan-yanlış bilgilerle beni oradan uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Ben de inat ediyordum. Ayrıca yorulmuştum. Boş bir iskemleye oturuverdim.
Oturduğumu gören üçüncü görevli, çözmekte olduğu gazete bulmacasından, lütfen, başını kaldırıp ne istediğimi sordu. Diğerlerine tam üç kez anlattıklarımı, dördünce kez de ona anlattım.
Bana çok kesin bir tavırla, Başkan'ın, yani Ülkü Altındağ'ın toplantıda olduğunu, bu nedenle bana yardımcı olamayacağını söyledi.
Yani Arşiv'de belge vardı, ama belgeyi bana gösterme yetkisi yoktu. Başkan yoksa bilgi de yoktu. Belge de yoktu. Böyle anladım.
İşte şimdi çalışma hayatımdan bir örnek vermenin tam zamanı
CENTO teşkilatında 21 yıl çalıştım. Bunun 8 yılı Halkla İlişkiler’de, geri kalanı da Registry’de geçti. (Gelen evrak, giden evrak, kayıt, dosyalama, arşivleme, basma, toplama, dağıtma işlerinin tümü İngilizcede tek bir kelime ile ifade ediliyor. Registry)
Bugün bildiklerimin tümünü orada öğrendim. İngilizler kurmuştu. Ben geliştirdim. Ne yaptım? Tüm bilgileri kartlara döktüm. (Aylar sürdü) Ahşap bir kutunun içine yerleştirdim. Alfabenin harflerine göre ayraçlar kullandım. Masamın üzerine koydum.
Alfabeyi bilen herkes (yani C’nin B’den sonra geldiğini bilen herkes) aradığını kolaylıkla bulabilirdi.
Tabii her isteyene belge verilmezdi. Ama bilgi verilirdi.***
Ben o sırada toplantıda olsam bile.
Salonda iki kişi daha vardı. Bir hanım ve bir de bey. Onlar sessizce oturuyorlar, okuyorlar, notlar alıyorlar, benimle ilgilenmiyorlardı. Ama benim söylediklerimi, eminim, duyuyorlardı. Nitekim o iki kişiden erkek olanı, aradığım bilgileri Bağlarbaşı'ndaki İslam Araştırma Merkezi Kütüphanesi'nde bulabileceğimi söyledi. Bana bir plan çizdi. Herhalde iyi anlamadığımı belli etmiş olacağım ki, iki gün sonra Bağlarbaşı Parkı'nda buluşma önerisinde bulundu. Derhal kabul ettim.
***
İbrahim Altan, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde araştırma görevlisiydi. Haftanın belli günlerinde İstanbul'a geliyor, araştırmalarını her iki yerde de sürdürüyordu.
Sözleştiğimiz gün ve saatte parkta buluştuk. Parkın karşısındaki İcadiye Bağlarbaşı Caddesi'ne girip biraz yürüdükten sonra sağ kolda İslam Araştırma Merkezi (İSAM) Kütüphanesi’ne vardık. Kapıdaki görevliye, araştırma görevlisi olduğumuzu söyledik. Para çantanızın dışında her şeyimizi bu görevliye teslim ettik. Uzun bir bahçede yürüdük. Sonra görkemli bir binadan içeri girdik.
Merdivenlerden çıkınca sizi uzun bir masanın üzerinde üç tane bilgisayar bekliyor. İskemleye oturuyorsunuz ve bilgisayara araştırma yapmak istediğiniz konuyu yazıyorsunuz. Bilgisayar size kitabın adını, hangi bölümde, hangi rafta olduğunu söylüyor. Raftan kitabı alıyorsunuz, koridor boyunca sıralanmış masalardan birine oturuyorsunuz ve araştırmanızı yapıyorsunuz.
Bilgisayarların biraz ötesinde üç tane fotokopi makinesi ve iki de eleman var. Çok az bir para karşılığında istediğiniz sayıda fotokopi yaptırıyorsunuz.
Sonra kitapları, masanın üzerine bırakıyorsunuz. Yani aldığınız rafa koymuyorsunuz. Bunu da çok doğru buluyorsunuz. Çünkü yanlış bir yere koyarsanız, sizden sonra gelecek araştırmacıyı zor durumda bırakabilirsiniz.
Ben o gün üç belge aldım. Enderun Mektebi, Osmanlı Devletinin Saray Teşkilatı, Enderun Mektebi Tarihi.
***
Tabii kütüphaneden çıkarken Topkapı Sarayı Arşiv Dairesinde karşılaştığım manzarayı hatırladım.
Tabii Dolmabahçe Sarayı'nda, "harem demek, haram demek, hiç haramın belgesi olur mu" diyen hanımı da hatırladım.
Tabii tüm ricalarıma karşın değil belgenin içini, kapağının bile fotokopisini vermeyen kişiyi de hatırladım.
***
İslam Araştırma Merkezi (İSAM) Kütüphane'sine o tarihten sonra çok sık gittim. Her gidişimden memnun kalarak ayrıldım. O kadar memnun kaldım ki Üveis (Maskar) dayımın, "İslam'da ve Osmanlılar'da Otopsi Sorunu Üzerine Bir Etüd" başlıklı çalışmasını verdim. Çok memnun oldular. “Biz bunu bilmiyorduk” dediler ve teşekkür ettiler, bana da bir teşekkür mektubu gönderdiler.
***
“İSMAİL AĞA SÜLALESİ” ARŞİVİNİN TESLİMİ ÇOK KOLAY OLMADI. HERBİR BELGE İNCELENDİ. SAKLAMAYA DEĞER OLUP OLMADIĞINA BAKILDI. FOTOKOPİLER DEĞİL ASILLAR TERCİH EDİLDİ.
DEVRETME SÜRECİNDE KÜTÜPHANE VE DOKÜMANTASYON MÜDÜRÜ MUSTAFA BİROL ÜLKER’İN ÇOK YARDIMINI GÖRDÜM.
DOKÜMANTASYON UZMANI CEMAL TOKSOY VE UZMAN ARŞİVCİ KENAN YILDIZ’IN DENEYİMLERİNDEN ÇOK YARARLANDIM.
***
DOĞRUSU BELGELERİ NASIL KORUYACAKLARINI ÇOK MERAK EDİYORDUM.
SORDUM.
EVRAKIN ASİTSİZ GÖMLEK VE KUTULARDA MUHAFAZA EDİLDİĞİNİ, DEPONUN SICAKLIK VE NEM DERECESİNİN KONTROL ALTINDA TUTULDUĞUNU SÖYLEDİLER.
***
TEYZEMİN TORUNU HALUK ERBEL, “EN DOĞRUSUNU YAPTIN. ARAŞTIRMA YAPMAK İSTEYENLERE İMKÂN SAĞLADIN. AİLEDE KALSAYDI BÖYLE BİR FAYDA GETİRMEYECEKTİ” DİYEREK BENİ YÜREKLENDİRDİ.
***
ARTIK BU YAZIYI BİTİRMENİN ZAMANI GELDİ.
AMA BENİ ÇOK ETKİLEYEN BİR ŞEYİ YAZMADAN DA BİTİRMEK İSTEMİYORUM.
ZATEN İÇİMDE ÇOK ŞEY KALDI. BİR DE BU KALMASIN DİYORUM.
***
BAZI İNSANLARIN ŞANSLARI OLDUĞU GİBİ BAZI EŞYALARIN DA ŞANSLARI OLDUĞUNA İNANIYORUM.
ÖRNEĞİN, EĞER YENGEM, DAYIMIN BİRİKTİRDİKLERİNİ BANA VERMEK YERNİNE BAŞKA BİRİNE VERSEYDİ ACABA AKİBETLERİ NE OLURDU?
BU SORUYU ANILARIMDA DA SORMUŞTUM.
O SORUYU, OLDUĞU GİBİ BURAYA TAŞIYORUM.
Biriktirme ve saklama hastalığı ailede var. Anneannem, ciciannem, Üveis dayım, ağabeyim ve ben. Ama bu merak en çok Üveis dayımda vardı. 1921 yılında, Atatürk'e katılmak için, Remo şilebi ile İnebolu'ya hareket etmeden önce kendisine verilen 5890 sayılı "seyahat varakası"nı hâlâ sakladığını anılarında yazmıştı.
Kadıköy'de Kehribarcı Apartmanı'nın - asansörsüz - sekizinci katında otuz yıla yakın bir süre oturdular. Sonra artık zor gelmeye başladı; her gün o merdivenleri inmek, iskeleye yürümek, vapurla karşıya geçmek, tramvay veya otobüsle çalıştıkları yere gitmek ve akşam yorgun argın aynı koşullarda eve dönmek ve o bitmez tükenmez merdivenleri çıkmak.
Karşı tarafta bir yere taşınmak istiyorlardı.
Dayım fikir olarak hemfikirdi de, bunca yılın birikimi nasıl toplanacaktı. Yengem, "sen üzülme, ben toplarım" diyordu. Dayım da, "düşünürüz, bakarız, yaparız" diye yengemi oyalıyordu.
O günlerin birinde İstanbul'a gitmiştim. Dayımlara uğradım. Yengem konuyu açtı. Benden destek almak istiyordu. Dayım elimden tuttu, beni koridora götürdü. Yerli bir dolabın kanatlarını açtı. Dolap her boy, cins ve renkte şişelerle doluydu. Dayım, ağlamaklı, "ben bunları nasıl götürürüm" diyordu. Yengem de, "Süssen, (cicim, tatlım) sen karışma, ben onları götürürüm" diyordu.
Ve götürdü de.
Şişli'de, Sıracevizler Caddesi'nde bir daire satın aldı ve Kehribarcı Apartmanı'nı olduğu gibi Uğur Apartmanı'na taşıdı.
Dayımın vefatından sonra Şişli'deki eve gittiğim bir gün, yengem koridordaki yerli dolaptan bir şey getirmemi istedi. Dolabı açtım. Dayımın şişeleri rafta duruyordu.
Hep düşünürüm, arkamızdan gelenler, her biri ayrı bir "anı hikaye" olan biriktirdiklerimize, acaba, ne kadar sahip çıkacaklar?
Sahip çıkacaklar mı?
***
İÇİME DOĞMUŞ GİBİ SORMUŞUM BU SORUYU O ZAMANLAR.
***
ARADAN YILLAR GEÇTİ.
YENGEM, DAYIMDAN 11 YIL SONRA ÖLDÜ.
YAŞARKEN, OTURDUĞU O APARTMAN DAİRESİNİ, KENDİ SEÇTİĞİ, BENİ DE BİLGİLENDİRDİĞİ BİR “YAKINIMIZA” BIRAKTI.
***
ARADAN GENE YILLAR GEÇTİ.
BİR GÜN O “YAKINIMIZA” DAYIMIN ŞİŞELERİNİ SORDUM.
“ATTIM” DEDİ.
***
BEN, BANA VERİLENLERİN HİÇBİRİNİ ATMADIM.
BUGÜN ONLARIN HEPSİ TÜRKİYE DİYANET VAKFI, İSLAM ARAŞTIRMALARI MERKEZİ KÜTÜPHANESİ’NDE, ASİTSİZ GÖMLEK VE KUTULARA KONMAK İÇİN SIRALARINI BEKLİYORLAR.
***
O BELGELERDE ADI GEÇSİN GEÇMESİN TÜM ÖLÜLERİMİN RUHLARI ŞAD, MEKANLARI CENNET, IŞIKLARI BOL OLSUN.
KISSEDEN HİSSE ALANLARA DA SELAM OLSUN.
Üsküdar, 6 Mayıs 2017.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder