Sıra iş bulmaya gelmişti.
Kamuran Gürün’ün istediği gibi Şarık Tara’ya 11 Mart 1983 tarihinde bir mektup yazmış, içine de bir CV koymuştum. .
Şarık bey, CV'mi, ENKA HOLDİNG YATIRIM A.Ş.’nin Genel Koordinatörü Temiz Üstün’e verdi. Verirken de, "bu hanımı alalım ve kendisine İstanbul'da onurlu yaşayacağı bir maaş verelim" dedi.
Bunu derken ben orada yoktum, ama aynen böyle dedi.
Biliyorum.
Genel Koordinatör 22 Mart’ta bana hitaben yazdığı yazıda, “holdingimizde sizin tecrübenizde bir elemanı istihdam etmek bizi çok sevindirecektir” diyordu.
Birkaç gün sonra da Sekreter Hilal Diker telefon etti ve İstanbul'a gelir gelmez kendilerini aramamı söyledi.
***
Nisan’ın ikinci haftasında İstanbul’a geldim ve ENKA'ya telefon ettim.
Ertesi günü için bana randevu verdiler.
Temiz Üstün, benden neler istediklerini anlattı. Öyle bir evrak düzeni kuracaktım ki, ENKA'nın tüm kuruluşlarında kullanılacaktı.
Sonra beni kendi makam arabasıyla çalışacağım profesöre gönderdi.
Ne yazık ki profesörün adını hatırlamıyorum.
Yalnız profesörün alanı ile benim alanım aynı değildi.
Bunu çok iyi hatırlıyorum.
Profesör, CV'mi baştan sona, dikkatle okudu.
Ve masanın üzerine koyarken "çok impressive" dedi.
O anda işe alınmayacağımı anladım.
Çünkü bir özgeçmişin "etkileyici" olması demek aynı zamanda "korkutucu" olması demekti.
İnsanlar çok bilenlerden her zaman korkmuşlardı.
Gene de, umutla, bekledim.
On beş gün hiç ses çıkmayınca merak ettim. Genel Koordinatör'ün Sekreteri Hilal Diker’e telefon ettim.
Sekreter hanım, "A! Size haber vermediler mi" dedi.
"Hayır vermediler" dedim.
"Kadro yetersizliğinden sizi alamıyoruz" dedi.
Şarık beye ne dediler bilmiyorum.
Hiçbir şey dememiş de olabilirler.
Belki, Şarık bey beni hala ENKA'da çalışıyor zannediyordur.
***
ENKA konusunu bitirmeden bir şey daha söylemek istiyorum.
Genel Koordinatör benimle mülakat yaparken, "Ankara'dan geliyorsunuz, size bir protokol sorusu sormak istiyorum" dedi.
Ben de, "buyrun" dedim.
Korkusuzca.
Çünkü, kırk yıl Ankara'da protokolün içinde yaşamıştım, soracağı her soruyu bileceğimden emindim.
Şöyle devam etti: "Biz, işadamları ve Dışişleri Bakanlığı mensupları, bu sabah yurtdışına bir toplantıya gidecektik. Hava meydanına kadar gittik ve orada toplantının iptal edildiğini öğrendik. Bakanlığın bize önceden haber vermesi gerekmez miydi" dedi.
"Gerekirdi" dedim.
Ama aynı Genel Koordinatör, kadro yetersizliğinden işe alınamayacağımın haberini bana vermemişti.
***
Kendime eziyet etmeye karar verdim.
İstanbul demek ENKA demek değildi.
Acaba daha başka nereleri vardı.
Gazete ilanlarına baktım.
Bu ilanlara göre, aranan elemanlar, yani sekreterler;
yabancı dil bilecek,
evrak kayıt ve dosyalama işlerinden anlayacak,
telefonlara bakacak,
ofis aletlerini kullanacak,
görüntüsü hoş,
yaşı da 25 olacaktı.
Ben 55 yaşındaydım.
***
Sevgili Orhan Karul benim için ENTES'e bir CV vermişti.
Genel Müdür beni bekliyordu. Gittim. Konuştum. "Biraz düşüneyim" dedim.
Çünkü ENKA'dan haber bekliyordum.
Ben ortalarda görünmeyince Genel Müdür, "acele edin, elimizden kaçıracağız, eğer teklif ettiğimiz maaşı az bulduysa gelsin bir daha konuşalım" dedi.
Bunu derken ben orada yoktum, ama aynen böyle dedi.
Biliyorum.
Büyük ümitlerle gittim. Genel Müdür benimle uzun uzun konuştu ve sonunda beni şirkette yıllardan beri çalışanların önüne geçiremeyeceğini söyledi.
O zaman neden, "gelsin bir daha konuşalım" demişti?
***
Şimdi nasıl bilmiyorum ama o yıllarda holdingler ya da büyük şirketler birbirlerine eleman kaptırmamak için aynı göreve aynı ücreti veriyorlardı.
Yüksek ücreti ise ancak küçük şirketler veriyordu.
Tabii onlar daha az güvenilir iş yerleriydi.
Kararı çalışan verecekti.
***
Bir CV de sevgili Zeynep Erkut'a vermiştim.
En hoş insanları onun gönderdiği iş yerlerinde tanıdım.
Örneğin Adil Benardete.
Çok keyifli bir mülakat oldu.
Ayrıca büro çok şıktı ve duvarlarda özgün tablolar vardı.
Tam bana göre bir yerdi.
Ne yazık ki bana teklif ettiği işi daha önce hiç yapmamıştım.
Teleksin başına oturacak ve bütün dünya ile ticari yazışma yapacaktım.
Ben yapamam diyordum, o yaparsınız diyordu.
***
Sonra bir gün bu kadar eziyet yeter dedim ve ENTES'e teslim oldum.
İşe başlar başlamaz ilk işim dokümanları Onlu Tasnif Sistemi'ne göre düzene koymak oldu.
Sonra da dosyalar üzerinde çalıştım.
Özellikle hazırladığım bir ihale dosyası yalnız ENTES için değil, kendim için de örnek bir dosya oldu.
Altı ay sonra Haberleşme Bölümü'ne Şef oldum.
ENTES'i çok sevdim.
Az para veriyorlardı ama dürüst insanlardı. Örneğin, bir ihaleye giriyorlardı. İkinci oluyorlardı. Ama birinci olmak için hiç bir eylemde bulunmuyorlardı. Hemen ertesi günü yeni bir ihale için çalışmaya başlıyorlardı.
Böyle bir iş yerinde çalışıyor olmaktan memnundum.
Ama kısa bir süre sonra ayrılmak zorunda kaldım.
Çünkü, Kabataş'tan Gayrettepe'ye gitmek bana zor gelmeye başladı. Bunun nedeni otobüse binme beceriksizliğimdi.
Ankara'da günde iki defa, CENTO'nun CD plakalı arabasıyla işe gidip gelen ben, sıcak odaların konforlu koltuklarında otururken, "ben halkım, ben halkım" derdim.
Ama İstanbul'da otobüse bindiğim ilk gün halk olmadığımı anladım.
***
Haluk'cuğuma (Erbel) ağlaştım.
O da BEKA İnşaat ve Taahhüt Limited Şirketi’nin üç ortağından biri olan Haluk Kaya’ya benden bahsetti.
Haluk Kaya benimle tanışmak istedi.
Bu tanışma benim evimde oldu.
Bu beni çok memnun etti.
Çünkü bir insan kendini en iyi kendi evinde tanıtabilirdi.
***
Haluk Kaya Alman Lisesi’ni bitirmiş, üniversiteyi yurtdışında okumuş ve bir süre oralarda çalışmıştı.
Her haliyle bir batılıydı.
Konuşmanın sonunda, “size şirketi göstermek isterim” dedi.
Şirket, oturduğum apartmandan bir kaç apartman ilerideydi.
Haluk bey şirketin kapısını anahtarı ile açtı. İçeri girince antreden biraz ötedeki yarı ay biçimindeki ahşap masayı göstererek, “siz burada oturacaksınız” dedi.
Haluk bey evimi görmüştü. Az da olsa beni tanımıştı. Merak ediyordu. Acaba ben o masaya oturmayı kabul edecek miydim?
Eğer cevabım “Evet” ise gerisi teferruattı.
Haluk beyin bu davranışını da çok batılı buldum.
***
Kısa bir süre sonra BEKA’da çalışmaya başladım.
BEKA, Hacı İzzet Paşa Sokağı'ndaki Ekselsiyor Apartmanı'nın ikinci katındaydı.
Ekselsiyor Mimar Perikles Fotiadis'in imzasına taşıyordu ve tarihi değeri vardı. Yüksek tavanlı, uzun koridorlu, büyük camlı bir binaydı. Özellikle salonun pencerelerinden görünen manzara muhteşemdi.
***
BEKA bir limited şirketti.
Ortaklardan ikisi Suudi Arabistan'da, diğeri Libya'da çalışıyordu.
"Office Manager" olarak, onların yokluğunda şirketi idare edecektim.
Libya'da çalışan ortakla telefonda tanıştım. Diğer ortak ise ben işe başladıktan üç buçuk ay sonra geldi Cidde'den.
Geldiği gün elime bir kavanoz verdi, "ben gün boyu kahve içerim" dedi.
Demek ki patronun kahvesini ben pişirecektim. Ve hemen aklıma televizyonda seyrettiğim Dallas dizisi geldi. Orada da JR’ın kahvesini sekreteri pişiriyor, hatta masasına kadar götürüyordu.
O zaman anladım ki ben yalnız Ofice Manager değil aynı zamanda sekreterdim de.
Kahve kavanozu elimde senaryolar yazarak masama doğru giderken patron arkamdan geldi.
"Ne kadar zamandır burada çalışıyorsunuz" dedi.
Söyledim.
Muhasebeci hanımı çağırdı.
Benim yanımda bir de ona sordu.
Alınmakla alınmamak arasında bir tereddüt geçirmek üzereyken, "bu büro bir vitrindir, her an kapanabilir" dedi.
İçimden, "Olcay hanım bugüne kadar hiç macera yaşamadın, bu da senin maceran olsun" dedim.
Ankara'dan İstanbul'a gelirken, "sen özel sektörde yapamazsın" demişlerdi.
Yoksa doğru mu söylemişlerdi.
***
BEKA'da üçbuçuk yıl çalıştım. Daha da çalışabilirdim.
Ama ben serbest (Free Lance) çalışmak istiyordum.
1987 yılında istifa ettim.
***
Ben ayrıldıktan sonra BEKA Feneryolu’ndaki İş Bankası Blokları’na taşındı.
Ve bir gün Haluk Kaya benimle görüşmek istediğini söyledi. Çünkü üç ortaklı bir Limited Şirket olan BEKA, beş ortaklı bir Anonim Şirket olmuştu. Adı da artık ÜÇGEN’di.
BEKA’nın dosyalarını arşive kaldıracak ÜÇGEN’in dosyalarını açacak, elemanları eğitecektim.
ÜÇGEN’in işini bitirdikten sonra ortaklara ait FINTRACO İnşaat ve Taahhüt A.Ş. ile SET Elektrik Tesisat Taahhüt A.Ş.‘nin de evrakını düzene koydum.
Arşiv çalışması yaptım.
“Yaptım” demesi kolaydır da yapması o kadar kolay değildir.
Çünkü karışanı çok olur.
Herkes kendi sistemini beğenir ve öyle kalmasını ister.
Kimse eski köye yeni adet getirilmesinden hoşlanmaz.
Savaş vermeniz gerekir.
***
Ben Eksilsiyor’da çalışırken şirket, Antalya’da 5 yıldızlı Kiriş Oteli’nin inşaat işini almıştı.
Temel Atma Töreni ben ayrıldıktan sonra yapılacaktı.
Haluk bey, eşi Gül Kaya ile beraber halkla ilişkiler yapmam için beni tekrar çağırdı.
***
Antalya’dan İstanbul’a döndükten sonra Bodrum’a gitme hazırlıklarına başladım.
O günlerin birinde gene Haluk Kaya aradı.
Conrad Hilton Oteli’nin inşaatını aldıklarını söyledi. “Sizi Genel Müdür yapacağım. Ağzınızdan tek bir rakkam çıksın. Derhal kabul edeceğim” dedi.
Akşama Bodrum’a hareket edeceğimi, oradaki evimin tadını çıkartmak için uzun kalmak arzusunda olduğumu, hatta bundan böyle serbest (Free Lance) çalışmak istediğimi söyledim.
“Bana hemen cevap vermeyin, biraz düşünün, iki hafta sonra size telefon edeceğim” dedi.
Libya'da çalışan ortakla telefonda tanıştım. Diğer ortak ise ben işe başladıktan üç buçuk ay sonra geldi Cidde'den.
Geldiği gün elime bir kavanoz verdi, "ben gün boyu kahve içerim" dedi.
Demek ki patronun kahvesini ben pişirecektim. Ve hemen aklıma televizyonda seyrettiğim Dallas dizisi geldi. Orada da JR’ın kahvesini sekreteri pişiriyor, hatta masasına kadar götürüyordu.
O zaman anladım ki ben yalnız Ofice Manager değil aynı zamanda sekreterdim de.
Kahve kavanozu elimde senaryolar yazarak masama doğru giderken patron arkamdan geldi.
"Ne kadar zamandır burada çalışıyorsunuz" dedi.
Söyledim.
Muhasebeci hanımı çağırdı.
Benim yanımda bir de ona sordu.
Alınmakla alınmamak arasında bir tereddüt geçirmek üzereyken, "bu büro bir vitrindir, her an kapanabilir" dedi.
İçimden, "Olcay hanım bugüne kadar hiç macera yaşamadın, bu da senin maceran olsun" dedim.
Ankara'dan İstanbul'a gelirken, "sen özel sektörde yapamazsın" demişlerdi.
Yoksa doğru mu söylemişlerdi.
***
BEKA'da üçbuçuk yıl çalıştım. Daha da çalışabilirdim.
Ama ben serbest (Free Lance) çalışmak istiyordum.
1987 yılında istifa ettim.
***
Ben ayrıldıktan sonra BEKA Feneryolu’ndaki İş Bankası Blokları’na taşındı.
Ve bir gün Haluk Kaya benimle görüşmek istediğini söyledi. Çünkü üç ortaklı bir Limited Şirket olan BEKA, beş ortaklı bir Anonim Şirket olmuştu. Adı da artık ÜÇGEN’di.
BEKA’nın dosyalarını arşive kaldıracak ÜÇGEN’in dosyalarını açacak, elemanları eğitecektim.
ÜÇGEN’in işini bitirdikten sonra ortaklara ait FINTRACO İnşaat ve Taahhüt A.Ş. ile SET Elektrik Tesisat Taahhüt A.Ş.‘nin de evrakını düzene koydum.
Arşiv çalışması yaptım.
“Yaptım” demesi kolaydır da yapması o kadar kolay değildir.
Çünkü karışanı çok olur.
Herkes kendi sistemini beğenir ve öyle kalmasını ister.
Kimse eski köye yeni adet getirilmesinden hoşlanmaz.
Savaş vermeniz gerekir.
***
Ben Eksilsiyor’da çalışırken şirket, Antalya’da 5 yıldızlı Kiriş Oteli’nin inşaat işini almıştı.
Temel Atma Töreni ben ayrıldıktan sonra yapılacaktı.
Haluk bey, eşi Gül Kaya ile beraber halkla ilişkiler yapmam için beni tekrar çağırdı.
***
Antalya’dan İstanbul’a döndükten sonra Bodrum’a gitme hazırlıklarına başladım.
O günlerin birinde gene Haluk Kaya aradı.
Conrad Hilton Oteli’nin inşaatını aldıklarını söyledi. “Sizi Genel Müdür yapacağım. Ağzınızdan tek bir rakkam çıksın. Derhal kabul edeceğim” dedi.
Akşama Bodrum’a hareket edeceğimi, oradaki evimin tadını çıkartmak için uzun kalmak arzusunda olduğumu, hatta bundan böyle serbest (Free Lance) çalışmak istediğimi söyledim.
“Bana hemen cevap vermeyin, biraz düşünün, iki hafta sonra size telefon edeceğim” dedi.
Aslında iyi bir teklifti.
Ama kabul etmedim.
Niçin kabul etmedim?
O kadar çok nedeni vardı ki...
***
O günlerde Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) “Bir Işıkta Sen Yak” kampanyası için tüm tanıdıklarımı hatta tanımadıklarımı da kapsayan bir adres listesi hazırlamıştım.
Bu listenin içinde ÜÇGEN de vardı.
Haluk Kaya’dan randevu aldım. Ziyaretine gittim. Ve maksadımı açıkladım.
Çok ilgi gösterdi. Hatta, “biz o kadar kendi işimize dalmışız ki bunları hiç düşünemiyoruz. Siz bizi yönlendirin. Toplantı halinde bile olsak kapıyı vurmadan içeri girin. Bizden isteyin” dedi.
Ve her bir kuruluş için iki üniversite öğrencisi okutmak istediğini söyledi.
Bunu Abdullah Kehale’ye söylediğimde ne kadar sevinmişti.
Aynı teklifi Haluk Erbel’e de götürmüştüm. Ben bir öğrenci için rica etmiştim. O iki öğrenci için başvurmuş. Bunca yıl sonra sorduğumda, “Olcay abla, mezun olanlar gidiyor, yenileri geliyor” demişti.
Dilerim ÜÇGEN için de böyledir.
![]() |
Beka'daki masam |
Çok güzeldi yaşadıklarınızı okumak.
YanıtlaSilOkuduğunuz için çok teşekkür ederim. Güzel bulduğunuz için ise daha çok teşekkür ederim.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil