Yani bildiğimiz Wagons - Lits.
Halk arasındaki deyimi ile "Yataklı Vagon".
Yataklı Vagon İstanbul - Ankara arasında da işlerdi.
Yalnız, benim çocukluğumda öyle pek herkes yataklıya binemezdi.
O yıllarda her ne kadar "imtiyazsız sınıfsız, kaynaşmış bir kitleyiz" diye marşlar söylüyor olsak da, gene de "sınıf" diye bir şey vardı.
Ayrıca halkın, geleneklerinden ve göreneklerinden kaynaklanan, kendi kendini sınıflandırdığı bir "yaşama biçimi" vardı.
Herkes ayağını yorganına göre uzatırdı.
Ben, İstanbul - Ankara arasındaki yataklı trene, ancak çalışıp, para kazanıp, ekonomik sınıfımı yükselttikten sonra binebildim.
***
Vagonli'nin kondüktörleri, çok terbiyeli, tahsilli, dil bilir insanlardı.
Yolcuyu adeta törenle trene alır, kompartımanını gösterir, bavulunu yerleştirir, hayırlı yolculuklar diler, saati geldiğinde de yatakları yapar ve emirlerimize amade olduklarını bildirirlerdi.
Artık o insanların da nesli tükendi.
***
Çocukluğumda, Haydarpaşa Garı'nda akrabalarımızı ya da dostlarımızı yolcu ederken, Yataklı Vagon'da seyahat eden hoş görünüşlü yolcuları gıpta ile seyrederdik.
Yataklı Vagon trenin en arkasına takılırdı.
Bizim yolcumuz öndeki vagonlarda bile olsa, bu "farklı" insanları görmek için durur, beklerdik.
Büyükler, tren gözden kaybolduktan sonra, "gördün mü, gördün mü?" derler, iyi göremeyenler de "kimdi, kimdi?" diye sorarlardı.
***
1963'de Londra'ya gitmeğe karar verdiğimde Ankara'daki Wagons - Lits'nin Müdürü Serap hanımdı. Ne yazık ki soyadını hatırlamıyorum. Çok hoş bir hanımdı.
Üçüncü sınıf yataklı bileti alırdım. Yani aynı kompartımanda üç yolcu.
Ama çoğu zaman iki kişi olurduk.
Hatta tek başıma gittiğim bile oldu.
***
Yalnız, bu yolculuklarda bazen korkulu anlar yaşardım.
Örneğin, Bulgar ve Yugoslav sınırındaki gümrük memurları, biz Türk yolculara,
her zaman çok kaba davranırlardı.
Kompartımanın kapısını gece yarısı saygısızca yumruklarlardı.
Yatağın altına üstüne, kaçak var mı diye, hoyratça bakarlardı.
Bir de yanımda ne kadar param olduğunu, ısrarla, sanki onları ilgilendirirmiş
gibi, sorarlardı.
Gece yarısı trenden indirilmemek için çok sabırlı davranmak zorunda kalırdım.
***
En güzel tren yolculuğunu Münih - Ostend arasında yapardım.
Gece yatağımda hiç sallanmadan uyurdum.
Tren yağ gibi kayardı.
Tren yolculuğu biraz uzun ve yorucu olurdu.
Hele benim gibi her aracın tuttuğu bir insan için.
Dramamin alırdım.
Tutmaya karşı tesirliydi ama baş ağrısı yapardı.
***
1963 yılında Londra'ya kadar gidiş 453.30 TL.sı.
Dönüş Paris üzerinden olacağı için 482.60 TL.sı.
Elimdeki bilete göre, 19 Ağustos'da, saat 13.00'de Sirkeci'den yola çıkmışım.
Yatak numaram 21.
İstanbul / Münih / / Ostend / Dover üzerinden 22 Ağustos'ta, saat 15.42'de Londra'ya varmışım.
Demek ki, iki gece İstanbul - Münih arasında, bir gece de Münih - Ostend arasında trende uyumuşum.
Doğa, Yugoslavya'dan sonra güzelleşirdi. Pencerenin önünden ayrılamazdım.
Ama bir kere, Münih'e kadar otobobille gittim ve İstanbul'a otobüsle döndüm. İşte o zaman kara yolunun etrafındaki manzaranın çok daha güzel olduğunu gördüm.
***
Sirkeci'den hareket eden trenleri, Türk sınırana kadar Türk lokomotifi, Yugoslav sınırına kadar Bulgar lokomotifi, Avusturya sınırına kadar Yugoslav lokomotifi çuf, çuf, çuf götürürlerdi.
Tabii kırlık yerlerde durdukları hiçbir açıklama yapmaksızın saatlerce beklettikleri çok olurdu.
Tren Avusturya sınırından sonra hızlanırdı. Çünkü sırasıyla, Avusturya ve Alman lokomotifleri devreye girerdi.
Münih'te aktarma yaparken, Ostend'de vapura koşarken, Manş'ı geçerken, Dover'de trene binerken yaşanan heyecanlar...
Güzeldi.
![]() |
19 Ağustos 1963. Sirkeci Garı.
İlk kez Avrupa'ya gidiyorum.
Murat ciciannemin kucağında. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder