29 Temmuz 2010 Perşembe

14.3 RAŞİT BEY

Raşit bey Osman Paşanın üçüncü çocuğu. Anneannem Ayşe Sıdıka hanımın dayısı.

Raşit beyin mesleği neydi bilmiyorum. Şecere'ye göre İki kez evlenmiş. Mihrialem hanımdan üç çocuğu olmuş. Nedret, Kenan ve Makbule.

Ben, Nedret hanım ile Kenan beyi biliyorum.

Nedret hanıma (1880-1959) biz ağabeyimle cici derdik. Eski adıyla Gazhane, şimdiki adıyla Hasanpaşa'da, cadde üzerinde, bir konakta otururdu cicim. Bugünkü Söğütlü Çeşme Tren İstasyonu, Kadıköy Belediyesi ve civarı cicimin evinin karşısındaki çayırlık alandı. Ben o çayırda çok koşturdum.

Osman bey ile evli olan cicimin hiç çocuğu olmamış. Üç tane manevi evladı vardı.

Birincisi Hikmet Toygun Tansu. (1903-1981). Anadolu yakasındaki Telefon Santrali'nde Santral Memuresi olarak çalışan Hikmet abla hepimiz tarafından çok sevilen, çok sayılan bir hanımefendiydi. 

Otomatik telefonların olmadığı o yıllarda Hikmet ablam sesinin tonundaki kibarlık ile ün yapmıştı.

Kendisine verilen müsaadeye rağmen cicim ölene kadar oda kapısının hemen yanındaki küçük hasır tabureden bir adım ileri atmadı.

"Hanım" diye seslendiği hanımına ölene kadar sadık kaldı.

İkincisi Mihriban. Mihriban evin şımarık kızıydı. Okula özel araba ile giderdi. Her arzusu anında yapılırdı. Uykusu geldiği zaman kucakta yatağına götürülürdü.

Üçüncüsü Kadriye. Kadriye evin hizmetçisiydi. Sıfıra yakın kesilmiş saçlarına file takardı. Çok güler yüzlüydü. Biraz safçaydı.

Bahçeye çıkalım diye bana işaret ederdi. Ben cicimden çekindiğim için yerimden kalkamazdım. Cicimin, "Olcay'ı bahçeye çıkar, erik topla" demesini beklerdim. Önce bahçede oynar sonra cicimin müsaadesi ile Çayır'a giderdik. Kadriye bana dondurma alırdı. Dondurmacı aynı zamanda dondurma külahı kalıbının etrafından çıkan kırıntıları da satardı. Kadriye bana ondan da alırdı. Çıtır çıtır yerdik. Bütün parasını bana harcamak isterdi. Zor engellerdim.

Cicim, divanın üst başında, iki çok büyük pencerenin arasında otururdu. Sol tarafına baktığı zaman caddeyi, sağ tarafına baktığı zaman bahçeyi görürdü. Sabah işe veya çarşıya giden insanların hepsini tanırdı. Hatta ne zaman döneceklerini bile bilirdi.

Divanda oturuyor olmasına karşın altında ayrıca ince ama büyük dört köşe bir minder vardı. Onu tahtında oturan sultanlara benzetirdim. İleri yaşına rağmen hala güzeldi. Saçının sağ tarafına bir çekme yapardı. O zamanın modasıydı. ciciannem de yapardı. Kulaklarında, boynunda ve parmaklarında pırlantalar, kollarında altın bilezikler vardı.

Ne yazık ki cicimin resmi yok bende. Olmasını çok isterdim.

Cicimin evi büyük salonlu, sofalı, ahşap merdivenli, üç katlı bir binaydı. Eski eşya doluydu. Cicimin müsaadesi ile evi dolaşırdım. Ama hiçbir şeye elimi sürmezdim.

Cicim öldükten sonra, bir İstanbul'a gelişimde, ciciannemle beraber Hikmet ablaya gittik. Daha doğrusu Hikmet abla bizi etli pilav yemeğe davet etti.

Etli pilav, aşağıdaki taş mutfakta, mangal üzerinde, kim bilir kaç saatte, bakır tencerede pişmişti. Fevkalade lezzetliydi.

Ankara'ya dönüşümde Bakırcılar Çarşısı’ndan o tencerenin tıpkı eşini almış, Bodrum'da aynı etli pilavı misafirlerime ikram etmiştim.

O gece davetliler arasında bulunan Bodrum Müzesi Müdürü Oğuz Alpözen hala, "Ah! o gece" der ve yemekten çok tencereyi anlatır herkese.


***
Çamlıca Kız Lisesi'nde okuduğum yıllarda, bir hafta sonu, cicime uğramıştım. Kapıdan çıkarken Hikmet abla cebime para koymuştu. Hem sevinmiş hem de utanmıştım. Çok arzu etmeme rağmen, para için uğradığımı düşünürler korkusundan bir daha uğrayamamıştım.

Halbuki hem cicimi, hem Hikmet ablamı, hem de bahçedeki erik ağacını ne kadar çok severdim.

Cicimin evi olduğu gibi duruyor. Ama boş. Kimse oturmuyor.

Üsküdar'dan Bostancı'ya 2 numaralı otobüsle giderken önünden geçiyorum. Ve her geçişimde, "ah! bir gün şu otobüsten insem, yanına gitsem; ellerimle, gözlerimle okşasam" diyorum.

Cicimin kızkardeşi Feride hanımın torunu Perihan Üngör'e bu arzumu söylediğimde, "gitmeyin üzülürsünüz" dedi.

Lafı bile üzüyor.
Nedret Erson

Cicim'in bende resmi yok diye üzülürken
sevgili Perihan Üngör
Cicim'in resmini getirdi.
Ne kadar sevindim anlatamam.

Cicim'in manevi evladı 
Hikmet (Toygun) Tansu. 
Hikmet abla H. Toygun diye imza atmış.
Tarih 29.09.1932
Müeyyet Duraç (1885-1962)
Bu resim, Mart 1928'de çekilmiş.

Raşit bey diğer evliliğini Saniye hanımla yapmış. İki kızları olmuş. Feride ve Hatice. Feride hanım Dr. Refik beyle evlenmiş. İki kızları olmuş. Müeyyet ve Mükerrem. Ben Müeyyet hanımı çok iyi hatırlıyorum. Çok hoş bir hanımdı. Güzel ve akıllı konuşan bir hanımdı. Piyano, kanun ve ut çalmış. Sesi de güzelmiş. Perihan Üngör babaannesi için, “Tam bir Osmanlıydı” diyor. Müeyyet hanım Halis Paşa’nın oğlu Yusuf Sait beyle evlenmiş. Aralarında çok yaş farkı varmış. Ve her paşazade gibi Yusuf beyin de malı, mülkü ve parası varmış. Bu zenginlik ne kadar sürmüş bilmiyorum. Raşit beyin Saniye hanımdan olan ikinci kızı Hatice hanım Şeyh Ethem Efendi ile evlenmiş. Çocukları olmamış.

Müeyyet hanımın kayınpederi, 
Yusuf Sait beyin babası Halis Paşa.


Ne yazık ki hakkında hiçbir şey bilinmiyor. Ben en çok bu bilinmeyenlere üzülüyorum. Halis Paşa’nın kardeşi Irak Maarif Nazırı olarak Irak’a yerleşmiş. Soyu orada sürüp gitmekteymiş. Rana (Ergörül) teyze, Dr. Abdullah Öztemiz’e böyle not ettirmiş.


Müeyyet hanımla Yusuf Sait beyin üç çocukları olmuş. Şehamettin, Perihan, Halis. Şehamettin ağabey ile Halis ağabeyi çok iyi hatırlıyorum. Devrinin yakışıklı beyleriydiler. Aynı zamanda, Saadettin (Bayav) dayım gibi kendilerine özgü terbiyeleri vardı. Şehamettin ağabey Hayriye hanımla evliydi. Üç çocukları oldu. Geyvan, Ergun (Duraç) Tansu ve Perihan. Perihan’ı seneler sonra aradım, buldum. Burada kullandığım fotoğrafların tümünü ondan aldım. Perihan, Oktay Üngör ile evli. Hem İstanbul’da hem Bodrum’da görüşüyoruz. Halis ağabey Ayten hanımla evliydi. Çocukları yoktu.

Feride hanımın iki kızı var demiştim. Biri Müeyyet diğeri Mükerrem. Müeyyet hanımı anlattım. Şimdi Mükerrem hanımı anlatacağım.Mükerrem hanım, Peygamber soyundan Şerif Ali beyle evlenmiş ve Arabistan'a gelin gitmiş. Aralarında çok yaş farkı varmış. Zaten o yıllarda hemen hemen tüm evlilikler böyle. Erkek yaşlı, kadın genç. Analar - babalar nasıl kıymışlar kızlarına, anlaşılır gibi değil. Mükerrem hanım ile Şerif Ali beyin on tane çocukları olmuş. Zeynel Abidin, Müzeyne, Adnan, Müeyyet, Betül, Ebu Nemey, Eymen, Mübürre, Berekat, Zehine.Mükerrem hanım uzun zaman Türkiye'ye gelmemiş. Çünkü kocası göndermemiş. Mutlu olmuş mu olmamış mı belli değil. Ciciannem (Refika teyzem) içi titreyerek anlatırdı Mükerrem hanımı. Mükerrem hanım birgün hastalanmış. Hastalığı neymiş bilmiyorum. Hastalandıktan bir süre sonra İstanbul'a gelmiş ve burada ölmüş. Mezarı Karacaahmet'te Osman Paşa'nın mezarının hemen yanında.Mezar taşında, "Osman Paşa Ahfadından, Raşit Bey torunu, Sürefadan, Şerif Ali Bey Haremi Ayşe Mükerrem, 1935" yazılı. Doğum tarihi yazılı olmadığı için kaç yaşında öldüğünü bilemiyorum. Ama genç yaşta öldüğü kesin.***Şerif Ali bey, Şerif Cabir beyin oğlu, eski Mekke Emirlerinden Şerif Abdülmuttalib Efendinin torunu ve Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa'nın kardeşinin oğlu. (Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, İbrahim Alaeddin, İstanbul 1933 – 1935, Cild 2, sayfa 697.)Şerif Ali Haydar Paşa, 1865 yılında İstanbul'da doğmuş. Çocukluğunda Mekke'ye gitmiş. Abdülhamid tarafından şehzadelere mahsus olan mektebe konmuş.Ayan azalığı, Evkaf Nazırlığı, Şurayı Devlet azalığı yapmış, Osmanlı devletinin son Mekke Emiri olmuş.Şerif Ali Haydar Paşa, değerli musiki sanatkarı ve ünlü ud virtüözü Şerif Muhittin Targan'ın babası.Dr. Abdullah Öztemiz, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi'nin Şerif Ali Haydar Paşa ile ilgili sayfasını gösterirken, kayınvalidesi Rana Ergörül'den öğrendiği bir bilgiyi de eklemiş. Hazret - i Hasan soyundan gelenlere "Şerif", Hazret - i Hüseyin soyundan gelenlere "Seyyid" denirmiş.


Sağda Mükerrem Hanım,
solda 27 yaşında veremden ölen Müeyyet Hanım'ın kızı Perihan Hanım.
Resmin arkasındaki tarih: 29 Ocak 1929

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder