30 Ekim 2010 Cumartesi

35.3.7 Pozitif Eğitim

Bir zamanlar, pazar akşamları CNN TÜRK’te Abbas Güçlü’nün yaptığı Pozitif Eğitim adında bir program vardı.

Bu programın içinde “dersinize çalıştınız mı?” diye de bir bölüm olurdu.
Türkiye’nin yönetim şekli nedir?
Bir ilin en yüksek mülki amiri kimdir?
Bilecik hangi bölgemizdedir?
18 Mart neyi hatırlatıyor? (ki bu sorunun sorulduğu gün 18 Mart’tı)
TBMM hangi tarihte açıldı?
İskandinav ülkeleri hangileridir?
gibi çeşitli sorular sordu, TV muhabiri, sokaktaki öğrencilere.

İnanmayacaksınız.
Öğrenciler bu soruların hiçbirini bilemedi.

İşin acıklı tarafı bilemedikleri için de hiç utanmadılar.
Hatta gülüştüler. Şımarıklık yaptılar.

Bunlar orta okul hatta lise öğrencileriydi. Bu hükme görüntülerinden varıyorum.

Peki bu çocuklara okulda ne öğretiliyor?
Gerçekten merak ediyorum bu çocuklara okulda ne öğretiliyor?

Bize coğrafya dersinde değil Bilecik’in hangi bölgemizde olduğu, İtalya’daki Po Ovası’nı bile sorarlardı.

Yurttaşlık Bilgisi diye de bir dersimiz vardı. O sayede Türkiye’nin yönetim şeklinin ne olduğunu, bir ilin en yüksek mülki amirinin kim olduğunu öğrenirdik.

Gerçekten merak ediyorum, bu çocuklara okulda ne öğretiliyor.
Hani neredeyse okulun birine gidip, sınıflarına girip, derslerini izleyeceğim.

Bilgi yarışmalarını izliyor musunuz?
Çoğu genel kültürden yoksun.

Tabii kültür okulda öğrenilmiyor. Kitap okuyarak, ama çok kitap okuyarak kazanılıyor.

Bu çocuklar, bu bilgisizliklerine karşın, sınıflarını geçecekler. Mezun olacaklar. Üniversiteyi bitirecekler. Yüksek lisans ve master yapacaklar. Hatta Profesör olacaklar. Çünkü sistem onlara bu olanağı sağlayacak. Ama hep cahil kalacaklar.

***
Bize çok şey öğretirlerdi.

Ama biz, okulda öğrendiklerimizle yetinmez, edebiyat matinelerine, şiir gecelerine, üniversitelerarası münazaralara giderdik.

Devlet Tiyatrolarının oyunlarını, Meydan Sahnesi, Ankara Sanat Tiyatrosu (AST) gibi özel tiyatroların gösterilerini hiç kaçırmazdık.

Bilgi Yayınevi 1965 - 66 - 67 yıllarında Ingmar Bergman’ın filmlerinin senaryolarını kitaplaştırdı. Ben sinemanın da tiyatro gibi ciddi bir iş olduğunu bu senaryoları okuduktan sonra öğrendim.

Çok okurduk. Kitap, dergi, gazete.
Hemen her şeye ilgi duyardık.

“Akis” gibi haftalık siyasi dergileri de okurduk. Zaten Ankara’da oturanlar için siyasetin dışında kalmak olanaksızdı.

Zamanımızı hiç boşa harcamazdık.

Yalnız Frank Sinatra ve benzerlerini değil, Zülfü Livaneli, Rahmi Saltuk, Ruhi Su ve Feyzullah Çınar’ın da plaklarını dinlerdik

Arkadaşlarımızı da kendimiz gibi olanlardan seçerdik. Bildiklerimizi paylaşarak daha çok bilgi sahibi olmak için.

O yıllarda yabancı filmler ancak birkaç yıl sonra gelirdi Türkiye’ye. Biz kültür merkezlerinin faaliyetlerinden yararlanırdık. Örneğin Fransız Kültür Merkezi’nde Sinematek kurulmuştu. Ingmar Bergman'ın Sessizlik filmini seyrettiğimizde tokat yemişe dönmüştük.

Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın haftalık konserlerine giderdik.

Resim sergilerini gezerdik. O yıllarda Ankara’da çok az galeri vardı ve dolayısıyla çok az resim sergisi açılırdı.

Orhan Peker’in bir sergisini hatırlıyorum. Yalnız İtfaiyecileri yapmıştı. Birbirinin hemen hemen tıpkı eşi itfaiyeciler...

Arkadaşlarımla gitmiştim. Birbirimize bakıp gülüşmüştük. Ama sonradan öğrendik ki ressamlar bir dönem hep aynı konuyu işliyor, o konuyla anılıyorlardı. Nitekim Orhan Peker sonra yalnız atları yaptı. Daha sonra da yalnız horozları.

Çoğu şeyi geze geze, göre göre, izleye izleye öğrendik.

Sanılmasın ki yalnız bunları yapardık. Flört de ederdik. İntim, Süreyya gibi saygın gece kulüplerinde ve hafta sonları Ankara Palas’taki balolarda sabaha kadar dans da ederdik.

***
Zeynep Oral 20 Mayıs 2007 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde, Öğrenci Mektupları başlıklı yazısında çok önemli noktalara değiniyor.
"Bir ders yılının daha sonuna yaklaştığımızı ben nereden anlıyorum biliyor musunuz? Elektronik posta kutuma dolan öğrenci mektuplarından... 
‘Öğretmenlerimiz yıl sonu ödevi olarak’ diye başlıyor hepsi ve sonra istekler dilekler faslı... Mektupların kimi dilek kipinde, kimi emir. 
Brecht üzerine ödev hazırlıyorum, bana bilgi yollar mısınız?
Yıl sonu ödevim için Patagonya hakkında bilgiye ihtiyacım var. Elinizdeki bilgi ve belgeleri yollar mısınız? 
Öğretmenimiz “Türkiye’de Kadın” konusunda yazı istedi. İki daktilo sayfasını geçmesin. Çok acil yardımlarınızı bekliyorum. 
Sınavda köşe yazısı yazmamız istenecek. Bana bir köşe yazısı gönderebilir misiniz? Daha önce yayınlanmamış olsun. En çok, bu gençler ödevlerini benim yapmamı mı bekliyorlar diye şaşıyorum... 
Sonra, madem elektronik ortamı kullanıyorlar, nasıl olur da, aradıkları, istedikleri her konuda internetten yararlanabileceklerini bilmezler diye şaşıyorum... 
O elektronik ortamda sonsuz bir bilgi, belge, arşiv ve kaynak olduğunun farkında değiller mi? 
Orada ‘arama’ yapmak akıllarına gelmiyor mu?
Kolaycılık mı? Hazıra konmak mı?......"
***
Ben hem kolaycılık hem hazıra konma diyorum. Ve bu, ne yazık ki, ebeveynler tarafından çocuklara şırınga ediliyor.

Örneğin, İngiliz komşum ilkokula giden oğlunun matematik sorularını yanıtlamak için benden yardım istemişti. Ben soruyu İngilizce anlatıyordum, o problemi çözüyordu. Biz bu çok zor işin üstesinden gelmeye çalışırken oğlu sırt üstü yere yatmış televizyonda çizgi film seyrediyordu.

Böylece çocuk daha küçük yaşta kolaycılığı ve hazıra konmayı öğreniyordu. Yaşam boyu bundan yararlanacak, insanları kullanacaktı.

Çünkü o artık bir kolaycılık ve hazıra konma bağımlısıydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder